Kemal, sabah gözlerini açtığında odasının penceresinden içeri giren güneş ışığı göz kapaklarına vuruyordu. Hemen yatağından fırladı ve hızla banyoya koştu. Yüzünü yıkadıktan sonra aynaya bakıp gülümsedi. Bugün hafta sonuydu ve hafta sonları en sevdiği şey, mutfakta annesiyle kahvaltı hazırlamaktı.
Mutfağa girdiğinde annesi çoktan işe koyulmuştu. Ocakta su kaynıyor, mutfaktan mis gibi kızarmış ekmek kokusu yayılıyordu. Annesi bir yandan domatesleri doğruyor, bir yandan da Kemal’in en sevdiği peynirden tabağa koyuyordu.
“Günaydın, uykucu!” dedi annesi, gülümseyerek.
Kemal sandalyesine oturdu ve masaya baktı. Kahvaltının neredeyse hazır olduğunu görebiliyordu. Ama gözü, mutfak tezgâhındaki yumurtalara takıldı. Annesi ocağın yanındaki küçük tencerede su kaynatıyordu.
“Anne, bu yumurtalar taze mi?” diye sordu aniden.
Annesi elindeki bıçağı bıraktı ve Kemal’e döndü. “Bunu nasıl anlayacağımızı sana göstereyim mi?” diye sordu.
Kemal’in gözleri heyecanla parladı. Deney yapmayı çok severdi! “Evet, göster!” dedi hızla.
Annesi dolaptan büyük bir bardak çıkardı ve içini suyla doldurdu. Sonra tezgâhtaki yumurtalardan birini aldı. “Bu basit bir test,” dedi. “Eğer yumurta suyun dibine batar ve yatay durursa tazedir. Eğer biraz eskiyse dik durur. Ama eğer yüzeye çıkarsa, artık bozulmuş demektir.”
Kemal büyülenmiş gibi annesinin elindeki yumurtaya baktı. “Peki, neden böyle oluyor?” diye sordu.
Annesi, gülümseyerek ilk yumurtayı suya bıraktı. Yumurtayı dikkatle izleyen Kemal, onun hızla dibe battığını ve yatay bir şekilde durduğunu gördü.
“Bu çok taze bir yumurta,” dedi annesi. “Çünkü yumurtanın içindeki hava boşluğu çok küçük. Yeni yumurtaların içi tamamen dolu olur, bu yüzden ağırdırlar ve dibe batarlar.”
Kemal şaşkınlıkla başını salladı. Annesinin söyledikleri çok mantıklıydı. Sonra ikinci yumurtayı aldı ve bardağa koydu. Bu yumurta da dibe battı ama diğerinden farklı olarak dik duruyordu.
“Bu neden böyle oldu?” diye sordu.
Annesi yumurtaya baktı ve açıkladı: “Bu yumurta birkaç haftalık olabilir. Zaman geçtikçe, yumurtanın içindeki nem yavaş yavaş buharlaşır ve hava boşluğu büyür. İçinde daha fazla hava olduğu için biraz hafifler ve dik durmaya başlar. Ama hâlâ yenilebilir.”
Kemal düşündü. Yani yumurtalar zamanla değişiyordu! Peki ya üçüncü yumurta? Merakla annesinin ona verdiği son yumurtayı suya koydu. Ve işte sürpriz! Yumurta yüzeye çıkmaya başladı.
“Anne! Bak! Yumurta batmadı, suyun üstünde yüzüyor!” diye heyecanla bağırdı.
Annesi başını salladı. “İşte bu, bozulmuş bir yumurta. Çünkü içindeki hava boşluğu artık çok büyük. Yumurtanın içindeki sıvı kısım zamanla bozulur ve içinde gaz oluşur. Bu gaz, yumurtayı hafifletir ve suyun yüzeyine çıkmasına neden olur. Bu yumurta kesinlikle yenmemeli.”
Kemal başını salladı. “Peki, ya biz fark etmezsek ve bu yumurtayı kırarsak?”
Annesi hafifçe güldü. “Bunun da bir yolu var. Eğer yumurtayı kırdığında kötü bir koku alıyorsan ya da sarısı dağılmış ve beyazı çok sıvı hale gelmişse, o yumurta bozulmuştur. Onu asla yememelisin.”
Kemal, yumurtalara bir süre daha baktı. Şimdi, her kahvaltıda annesine bu testi yapmasını hatırlatmaya karar verdi. Ama aklına bir fikir geldi.
“Bunu dedeme de anlatmalıyım!” dedi birden.
Annesi güldü. “Çok güzel bir fikir. Belki o da sana birkaç yeni şey öğretir.”
O hafta sonu, Kemal ve annesi, dedesinin kasabanın biraz dışındaki çiftliğine gittiler. Kemal, dedesinin evini çok seviyordu. Orada tavuklar, inekler ve hatta sebze bahçesi bile vardı. Dedesi, sabahları kümese gidip taze yumurtaları toplardı.
Dedesi kapının önünde onları karşılarken, Kemal hemen konuya girdi. “Dede! Sana bir şey göstermek istiyorum!”
Dedesi, onun heyecanını görünce gülümsedi. “Ne göstereceksin bakalım, küçük bilim insanı?” diye sordu.
Kemal, hemen mutfağa koştu. Büyük bir bardak su doldurdu ve dedesinin kümesten getirdiği yumurtaları sırayla suya koymaya başladı. Birinci yumurta dibe battı ve yan yattı.

“Bu çok taze,” dedi Kemal.
İkinci yumurta dibe battı ama dik durdu.
“Bu biraz eski ama hâlâ yenebilir,” diye açıkladı.
Üçüncü yumurtayı suya bıraktığında ise yumurta yüzeye çıktı.
“Bu kesinlikle bozulmuş,” dedi. “Artık yenmez!”
Dedesi gözlerini kırpıştırarak torununa baktı. “Bravo Kemal!” dedi. “Bunu nereden öğrendin?”
Kemal gururla göğsünü kabarttı. “Annemden! Ama şimdi ben de öğrendim ve sana öğretiyorum!”
Dedesi gülerek başını salladı. “İşte buna bilgi paylaşımı denir,” dedi. “Ben de bu yöntemi çocukken annemden öğrenmiştim. Şimdi sen de öğrendin ve belki bir gün sen de birine öğreteceksin.”
Kemal düşündü. Dedesi haklıydı. Bilgiyi paylaşmak çok önemliydi. O günden sonra, her yumurtayı kontrol etmek onun için bir alışkanlık haline geldi. Evde, çiftlikte, hatta markette bile annesine yumurtaları test etmeyi hatırlatıyordu.
Bir gün okulda öğretmeni yumurtalar hakkında bir şey anlatırken elini kaldırdı ve bildiklerini sınıf arkadaşlarıyla paylaştı.
Öğretmeni, “Bu çok faydalı bir bilgi, Kemal! Bunu herkes bilmeli,” dedi.
Kemal gülümsedi. Her şeyi bilmek belki imkânsızdı ama her gün yeni bir şeyler öğrenmek mümkündü.
Ve öğrendiği her bilgiyi paylaşmak, onu daha da değerli yapıyordu.
Taze mi Bayat mı Hikayesi burada sona ermiş .Taze mi Bayat mı Hikayesi gibi Eğitici Hikayeler için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.
