Gülce, sessiz ve kendi halinde bir çocuktu. Ne çok konuşur, ne de yerinde duramazdı. Ama bir şeye merak sardı mı, gözünü ondan ayırmazdı. En sevdiği şey, bir şeyleri ilk kez deneyimlemekti. Bu yüzden o sabah, piknik kelimesini duyunca gözleri parladı.
Annesi, sabahın erken saatlerinde “Bugün büyük piknik günü!” deyince Gülce hemen yatağından fırladı. Kardeşi Arda hâlâ uyuyordu ama Gülce, heyecanla onun başına dikildi.
“Kalksana Arda! Bugün dede de bizimle geliyor. Hem de semaver getirecekmiş!”
Arda uykulu gözlerle baktı. “Semaver de ne?”
Gülce omuz silkti. “Ben de bilmiyorum ama çok özel bir şeymiş.”
Kahvaltıdan sonra kocaman bir piknik sepeti hazırlandı. Annesi börekleri, babası plastik tabakları yerleştirdi. Gülce ise yanına defterini aldı, çünkü gittiği her yere bir şeyler çizerdi.
Ve işte sonunda yola çıktılar. Dede, onları piknik alanında bekliyordu. Her zaman olduğu gibi kasketini ters takmıştı, gömleğinin cepleri ağzına kadar doluydu.
“Ho ho hooo! Ağaçlar bile beni bekliyordu!” diye bağırdı uzaktan.
Gülce gülmeye başladı. Dedesinin en sevdiği özelliği buydu: Hep bir şeyleri abartır, ama bunu o kadar tatlı yapardı ki kimse kızamazdı.
Dede hemen semaveri çıkardı. Gümüş gibi parlayan kocaman bir şeydi bu. Gülce, hayranlıkla yanına gitti.
“Gerçekten çay mı yapıyor bu?”
Dede kaşlarını kaldırdı. “Çay mı? Bu semaver var ya, bildiğin efsane çayı yapar. İçen bir daha unutamaz. Ama kolay değil! Öyle düğmeye bas, su kaynasın yok. Emek ister, sabır ister!”
Gülce hemen gönüllü oldu. “Ben yardım ederim!”
Dede göz kırptı. “O zaman Semaver Ustası’nın çırağı oluyorsun.”
Birlikte çalı çırpı topladılar. Dede ağaç dallarına “Sakın bakmayın, ateş yakacağız” diyerek espri yaptı. Gülce kıkırdadı ama dikkatle izlemeye devam etti.
Semaverin altına kuru dallar dizildi. Kibrit çakıldı, minik alevler çıtırdamaya başladı. Dede, Gülce’ye göz kırptı.
“Ateşin kalbi hep sabırlı atar. Onu kızdırmazsan çayını ödül gibi verir.”
Biraz sonra su fokurdamaya, üstteki demlikten çay kokusu yayılmaya başladı. O sırada Arda, top peşinde koşturuyor, annesi elmalı kurabiyeleri dizerken babası da gölgede kitap okuyordu. Ama Gülce’nin tüm dikkati semaverdeydi. Sanki başka bir dünyanın kapısı açılmıştı.
Dede, cebinden küçücük bir ahşap kaşık çıkardı.
“Bak bunu da sana veriyorum. Bu, çayın kalbini karıştırır. Ama nazik ol, yoksa yapraklar darılır.”
Gülce kaşığı aldı. “Teşekkür ederim dede.”
Kaşık küçüktü ama Gülce’nin kalbinde kocaman bir yer kapladı.

Semaver kaynamaya devam ederken dede birden çantasından eski bir radyo çıkardı. “Haydi bakalım, semaverin fokurtusuna biraz da müzik!”
Radyo açıldı, içli bir türkünün sesi çam ağaçlarına karıştı. Gülce hem şaşırdı hem sevindi. “Piknikte radyo dinlemek mi?”
Dede gülümsedi. “Her çayın bir şarkısı olur. Bunu öğrenmen zaman alır.”
Öğleye doğru semaver hazırdı. Dede ilk çayı döktü, demli ama berrak bir çay. Gülce’ye uzattı.
“Al bakalım ustam. İlk yudum senin hakkın.”
Gülce fincanı iki eliyle tuttu. Biraz sıcak geldi ama sabırla bekledi. Sonra minik bir yudum aldı.
Bir an donup kaldı.
“Bu… başka! Gerçekten başka! Evdeki gibi değil, sanki… dumanlı bir şey gibi… yumuşak!”
Dede başını salladı. “Çünkü bu çayın içine sohbet, sabır, doğa ve biraz da çocuk kahkahası karıştı.”
Gülce o gün üç bardak çay içti. Kardeşi Arda bile içti ama “Ben hâlâ limonata severim,” dedi. Gülce ise kararını çoktan vermişti.
Akşamüstü eşyalar toplanırken annesi termosu uzattı. “Yarın için biraz çay ayıralım mı?”
Gülce başını iki yana salladı. “Ben artık sadece semaver çayı içeceğim.”
Herkes güldü. Ama dede sessizce önlüğünü çıkardı, semaverin kapağını öptü.
“Yeni bir semaver sevdalısı doğdu!” dedi.
Gülce gözlerini gökyüzüne kaldırdı. Çam dallarının arasından geçen güneşin sıcaklığıyla semaverin fokurtusu kalbinde birleşti.
Ve o andan sonra Gülce, semaveri sadece bir çay demleme aracı değil, anı biriktiren sihirli bir dost olarak gördü.
Semaver Hikayesi burada sona ermiş. Semaver Hikayesi gibi birbirinden güzel Dostluk Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.