Bir zamanlar uçsuz bucaksız bir ormanın tam ortasında, gövdesi kocaman, dalları gökyüzüne uzanan yaşlı bir ağaç yaşarmış. Bu ağacın dalları, ilkbahardan beri renk renk yapraklarla doluymuş. Hepsi hafifçe kımıldar, güneşi karşılayıp ormana gölge düşürürmüş.
Ama bir tanesi diğerlerinden çok farklıymış. En uçtaki dalda, ufacık bir yaprak varmış. Adı yokmuş ama herkes ona “Minik Yaprak” dermiş. Minik Yaprak rengârenkmiş, şekli simetrikmiş, ama huyu bir tuhafmış. Sinirliymiş.
Hem de çok sinirli! Biraz rüzgâr esse, hemen kızar; biraz kıpırdasa, homurdanırmış. Sanki yaprağın içinde sürekli homurdanan minik bir fırtına varmış.
Ormanda bir de Rüzgâr varmış. Ama öyle uslu bir rüzgâr değil, deli doluymuş. Sabahın köründe ağaçların yapraklarını karıştırır, çiçekleri uçurur, kelebeklerle yarışa girermiş. En sevdiği oyun ise, Minik Yaprak’ı hop diye bir sağa, hop diye bir sola savurmakmış.
“Günaydın, sinir küpüm!” diye seslenirmiş her gelişinde. Minik Yaprak ise dalına sıkı sıkıya tutunur, kaş çatarmış. “Yine mi sen geldin?” dermiş içinden. “Bir rahat yok mu bana bu ormanda?”
Minik Yaprak, günlerini yukarıdan aşağıya sallanarak geçirirmiş. Ne zaman Rüzgâr uğrasa, yerle gök birbirine karışır gibi olurmuş. Bazen o kadar hızlı savrulurmuş ki başı döner, canı sıkılır, içi daralırmış. Ama Rüzgâr buna hiç aldırmazmış. “Oynuyoruz işte!” dermiş neşeyle.
Bir gün, yine deli dolu bir sabahta, Rüzgâr esmiş de esmiş. Minik Yaprak sağa sola savrulmuş, tutunduğu dala sımsıkı sarılmış. Sonunda öfkesine hâkim olamamış ve içinden yüksek sesle haykırmış:
“Yeter artık! Sürekli beni sallayıp duruyorsun. Hiç huzur bırakmıyorsun! Neden hep ben? Neden hep beni buluyorsun?!”
Rüzgâr bir anda durmuş. Dallardaki kuşlar bile susmuş. Hızı azalmış, sesi hafiflemiş. “Sana zarar vermek istememiştim,” demiş kırgın bir sesle. “Sadece seninle oynamak istemiştim.”
Minik Yaprak başını çevirmiş. “Ben oyun istemiyorum. Durmak istiyorum, sakin olmak!” demiş, siniri hâlâ geçmemiş.

Rüzgâr biraz duraksamış. Sonra derin bir iç çekmiş. “Peki,” demiş üzülerek. “Madem istemiyorsun, ben de giderim.” Ve birden, fısıltı gibi esen sesi kaybolmuş. Orman sessizliğe gömülmüş.
Minik Yaprak ilk defa tamamen hareketsizmiş. Ne bir sağa, ne bir sola kıpırdıyor, sanki gökyüzü bile durmuş gibiydi. “Oh be,” demiş kendi kendine. “Sonunda huzur geldi. Artık sarsılmıyorum.”
Ama günler geçtikçe, o sessizlik büyümeye başlamış. Rüzgâr yok olunca, ormandaki havada bir ağırlık oluşmuş. Çiçeklerin kokusu taşınmaz olmuş, dalların üzerindeki tozlar birikmiş. Kuşların tüyleri kabarmış, kanat çırpmaları zorlaşmış.
Minik Yaprak ilk başta anlamamış ne olduğunu. Ama sonra fark etmiş ki, Rüzgâr sadece onu sallamıyormuş; ormanın her köşesini canlandırıyormuş. Rüzgâr olmazsa çiçekler kokusunu yayamıyor, böcekler yollarını bulamıyor, bulutlar hareket etmiyormuş.
Üstelik kendisi de yavaş yavaş solmaya başlamış. Hareket etmeyen yapraklar zamanla kırılırmış. Güneşin altında durmadan ısınmış, bir damla serinlik gelmemiş üzerine.
Bir sabah, sessizliğin içinde minicik bir fısıltı duymuş. “Burada mısın?” demiş fısıltı. Tanıdığı bir sesti bu. Kalbi biraz sızlamış. “Rüzgâr?” demiş fısıldayarak. “Sen misin?”
Cevap gelmemiş.
Minik Yaprak derin bir nefes almış, sonra içini dökmeye başlamış. “Üzgünüm,” demiş usulca. “Sana haksızlık ettim. Ben sadece sallanmaktan yorulmuştum. Ama senin varlığının ne kadar değerli olduğunu fark edemedim.”
Orman hâlâ sessizmiş. Ama biraz sonra, dalların ucunda hafif bir kıpırtı oluşmuş. Ardından, tanıdık bir esinti yeniden dolaşmaya başlamış. Minik Yaprak yavaşça sallanmış, ama bu kez rahatsız olmamış. Gülümsediğini hissetmiş içten içe.
“Hoş geldin,” demiş yumuşak bir sesle. Rüzgâr ona sarılmış gibi dolaşmış etrafında. “Ben de seni özledim,” demiş rüzgâr. “Ama bazen değerli şeyleri anlamak için biraz durmak gerekir.”
O günden sonra Minik Yaprak, her savrulduğunda şikâyet etmemiş. Çünkü artık biliyormuş: Rüzgâr bazen oyun gibi gelir, bazen karmaşa gibi… Ama aslında her şeyin bir nedeni varmış.
Ve rüzgârla birlikte, ormanın içi yine neşeyle dolmuş. Çiçekler dans etmiş, kuşlar şarkı söylemiş, yapraklar tatlı tatlı sallanmış.
Minik Yaprak ise dalında, hafifçe esen rüzgârla birlikte gülümsemeye devam etmiş.
Ve böylece ormanda her şey olması gerektiği gibi olmuş.
Minik Sinir Küpü Hikayesi burada sona ermiş. Minik Sinir Küpü Hikayesi gibi birbirinden güzel Dostluk Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.