Bir okul vardı, pencerelerinden güneşin sessizce süzüldüğü, sınıfında gülüşlerin yankılandığı. İşte o sınıfta, sırasını hep duvara yakın seçen bir çocuk yaşardı. Adı Derin’di. Ne sesi yüksekti ne de adımları hızlıydı ama içinde, yalnızca kendisinin bildiği koca bir dünya saklıydı.
Derin, her sabah sırt çantasını omzuna geçirir, bahçede oynayan arkadaşlarına gülümser, sonra da onların yanından geçip köşedeki salıncağa otururmuş. Oynamayı sevmediğinden değilmiş bu; bazen insanların onun ne hissettiğini anlamasını istermiş, hem de tek kelime etmeden.
Bir gün teneffüs zilinde herkes bahçeye fırlamış. Top oynayan çocukların neşesi, havaya yükselen toz gibi dağılmış. Derin de yaklaşmış oyuna. Tam top önüne gelmişken, Arda kocaman bir kahkahayla topu çekip almış.
“Sen topa bile hızlı vuramıyorsun ki!” demiş, sanki bu bir oyunmuş gibi. Diğer çocuklar da gülmüş. Oysa Derin’in içi bir anda büzüşmüş. Ne yapacağını bilememiş. Ne kızmış ne ağlamış, yalnızca yutkunmuş ve sessizce arkasını dönüp salıncağa gitmiş.
O günden sonra Derin konuşmamış. Arda onunla konuşmaya çalışsa da cevapsız kalmış. Oyunlara çağırmışlar, gitmemiş. Öğretmeni tahtaya bir şeyler yazarken Derin defterine sadece bir cümle karalamış:
“Beni anlamalarını bekliyorum.”
Fakat günler geçmiş, kimse Derin’in içine dönüp bakamamış. Ne Arda bir şeyin farkına varmış, ne de diğer çocuklar. Derin her teneffüste aynı yere oturmuş, gökyüzünü seyretmiş. İçinden, “Acaba biri gözlerime bakınca ne hissettiğimi anlar mı?” diye sormuş.

Bir sabah, öğretmenleri sınıfta dostluk üzerine konuşmuş. “Bazen duygularımızı saklarız ama bilmeliyiz ki konuşmadıkça anlaşılmak zordur,” demiş. Derin o cümleyi duyduğunda kalbinin bir yerine dokunulmuş gibi hissetmiş. Sanki o söz onun için söylenmiş.
O gün öğle arası, Arda yine yanına gelmiş. Elinde bir kâğıt varmış. “Sana resim yaptım,” demiş. Derin resme bakmış; iki çocuk, salıncakta yan yana oturuyormuş. Altına şöyle yazılmış:
“Seninle yeniden oynamak istiyorum.”
Derin başını eğip uzun süre resme bakmış. İçinden fırtınalar geçmiş. Sonra hafifçe başını kaldırmış ve ilk kez dudaklarını aralamış:
“Dün topu elimden aldığında çok üzüldüm. Gülmeniz beni incitti. Ama bunu söyleyemedim, çünkü… anlamanızı bekledim.”
Arda gözlerini yere dikmiş. “Bilseydim, böyle yapmazdım. Özür dilerim,” demiş. Bu cümleyle birlikte Derin’in içindeki ağırlık sanki rüzgârla savrulup gitmiş. İlk kez bir kelime, bu kadar hafif hissettirmiş.
O andan sonra, Derin ne zaman üzülecek olsa, susmak yerine anlatmayı seçmiş. Çünkü anlamak, yalnızca bakmakla değil; duymakla, dinlemekle, konuşmakla mümkünmüş. Ve dostluk, anlaşılmayı beklemekle değil, paylaşarak büyürmüş.
Sınıfın köşesinde artık sadece bir çocuk oturmuyormuş. Artık orada, duygularını kelimelere dökebilen, içinden geçeni cesaretle söyleyebilen bir yürek varmış.
Ve Derin, o günden sonra öğrenmiş ki; bazen bir kelime, insanın kalbini aralayan en güzel anahtarmış.
Konuşmadan Anlaşamayız Hikayesi de burada, yumuşacık bir huzurla son bulmuş .Konuşmadan Anlaşamayız Hikayesine benzeyen Çocuk Hikayeleri okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz.