Eylül, sabah uyanır uyanmaz yüzüne dolan güneş ışıklarıyla hafifçe gülümsedi. Perdeleri aralayıp dışarı baktığında gökyüzünün masmavi olduğunu gördü. Bugün önemli bir gündü. Okulda uzun zamandır heyecanla beklediği resim yarışmasının ödülleri açıklanacaktı.
Eylül, yaptığı resme güveniyordu. Dağların arasından geçen bir derenin üzerine güneş ışıklarının dansını çizmişti. Hatta babası, “Eğer bu resim kazanmazsa, başka hiçbir resim kazanamaz!” demişti.
Hızla hazırlanıp kahvaltıya indi. Annesi mutfakta tost yapıyor, mutfağa yayılan peynir kokusu iştahını kabartıyordu. Eylül heyecanını annesiyle paylaşırken, kardeşi Mert gülerek, “Belki birinci olamazsın da teselli ödülü alırsın!” dedi. Eylül, suratını asıp, “Göreceğiz!” diye cevap verdi.
Bugün her şey kusursuz olmalıydı. Eylül okula gidecek, ödülünü alacak ve günün yıldızı olacaktı. Çantasını sırtına geçirip kapıdan çıkarken aklı tamamen bunun üzerindeydi. Ama hayat, onun düşündüğü kadar basit ilerlemeyecekti.
Eylül, okul yolunda yürürken hafif bir esinti saçlarını dalgalandırıyordu. Yolun kenarındaki ağaçların yaprakları, hafifçe hışırdıyordu. Tüm bu huzur içinde yürürken, ileride bir şeyin ters gittiğini fark etti. Bir bisiklet, kaldırımı kaplamıştı. Yanında, gözleri dolu dolu olmuş bir çocuk oturuyordu. Yaklaşınca çocuğun ağladığını fark etti.
“Ne oldu?” diye sordu Eylül, diz çökerken. Çocuğun adı Can’dı. Ellerini ovuşturarak, “Bisikletimin zinciri koptu. Annem bisikleti almamı istememişti zaten, ama dinlemedim. Şimdi eve nasıl döneceğim?” dedi. Can, ağlamaktan nefesi kesilecek gibi görünüyordu.
Eylül bir an tereddüt etti. Yardım etmek istemesine rağmen, aklında hala yarışma vardı. “Eğer hemen gitmezsem törene geç kalırım. Bu çocuk bir şekilde eve döner,” diye düşündü. Ama sonra, Can’ın çaresizliğini gördü ve içinden gelen bir ses ona, “Yardıma ihtiyacı olan birine sırtını dönemezsin,” dedi.
Eylül, çantasını yere bıraktı ve bisikletin zincirine baktı. “Sanırım bunu takabiliriz,” diyerek elleriyle zinciri yerine yerleştirmeye çalıştı. Zincir yağlıydı ve Eylül’ün ellerini kirletmişti, ama bu umursayacağı bir şey değildi. Birkaç denemeden sonra zinciri yerine oturttu. Can sevinçle, “Çok teşekkür ederim! Anneme seni anlatacağım!” dedi.
Eylül hızlıca ellerini bir mendille silip çantasını sırtına aldı. Kalbi hızla çarpıyordu. Artık ödül törenine yetişmesi gerekiyordu ve zaman daralıyordu. Koşar adım okula doğru ilerledi, nefes nefese kalmıştı. Ayakkabılarının altı kaldırım taşlarına vurdukça, aklında sürekli “Yetişebilir miyim?” sorusu yankılanıyordu.
Eylül, okula vardığında tören çoktan başlamıştı. Müdür kürsüde, kazananları açıklıyordu. Kapıdan usulca girip arka sıralardan bir yere oturdu. Kalbi küt küt atıyordu. Ya kazanan kişi çoktan açıklanmışsa?

Sonunda sıra resim yarışmasına geldi. Müdür, mikrofonu düzelterek konuşmaya başladı: “Bu yılki resim yarışmasında kazanan kişi, hem yeteneği hem de doğaya olan sevgisiyle jüriyi etkilemeyi başardı. Ödül kazanan… Eylül Karaca!”
Eylül’ün içi sevinçle doldu. Yerinden kalkıp sahneye doğru yürürken, biraz önce yaşadığı olayları düşündü. Aslında yarışmayı kazanıp kazanmamak onun için çok önemliydi, ama Can’a yardım etmenin hissettirdiği şey, bu anı daha anlamlı hale getiriyordu. Ödülü alırken ellerine baktı; hala biraz bisiklet zinciri yağı lekesi vardı. Bu leke, o günün asıl hediyesiydi aslında.
Eylül o akşam ödülünü eve götürdüğünde babası, “Sen sadece resimde değil, kalbinde de kazandın kızım,” dedi. O an, hayatın her zaman planlara göre gitmeyeceğini, ama bazen bu beklenmedik olayların insanı daha iyi biri yaptığını anladı.
Eylül, kendi kendine gülümsedi. Bazen küçük bir yardım, bir ödülden bile daha değerli olabiliyordu.
Hayatın Sürprizleri Hikayesi de burada sona ermiş. “Hayatın Sürprizleri Hikayesi” gibi Çocuk Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.