Okulun son ders zili çalmış. Ayşe, çantasını sırtlayıp bahçeye çıkmış. Hava sıcaktı, güneş kollarını tatlı tatlı yakıyordu. Bahçenin bir köşesinde arkadaşı Mert, diğer köşede Elif ve Zeynep toplanmış konuşuyorlardı. Ayşe yanlarına gittiğinde hepsinin gözleri parlıyordu.
Mert hemen atılmış, “Ben en çok çikolatalı dondurmayı severim!” demiş gururla. Elif başını sallayarak, “Ben de!” demiş. Zeynep gülümseyip eklemiş: “Ben çilekliyi daha çok seviyorum, hem rengi de çok güzel!”
Herkes sevdiği dondurmayı anlatırken Ayşe durup düşünmüş. Bir anda kendi içine doğru sessizce bakmış. “Ben… acaba ben en çok hangisini seviyorum?” diye sormuş kendi kendine. Cevap gelmemiş. Sanki aklı susmuş, kalbi bile bekliyormuş.
Elif onu fark etmiş, “Ayşe, sen en çok hangisini seversin?” diye sormuş neşeyle. Ayşe biraz utanmış, gözlerini kaçırmış. “Bilmiyorum…” demiş yavaşça. Mert hemen gülmüş, “Nasıl bilmezsin ki? Herkesin bir favorisi olur!”
Ayşe’nin içi burulmuş. Gerçekten herkesin bir favorisi var mıydı? O neden bilmiyordu?
Okuldan çıkınca annesiyle parka doğru yürümüşler. Köşe başındaki dondurmacı arabası bugün de yerindeymiş. Tezgâhın önüne gelince Ayşe iyice duraklamış. Gözleri bir çilekliye, bir fıstıklıya, sonra da vanilyalıya kaymış.
Dondurmacı gülümsemiş. “Bugün hangisini istiyorsun bakalım?” demiş. Ayşe cevap verememiş. “Bilmiyorum,” demiş sessizce, “Sanırım hiçbirini en çok sevmiyorum.”
Annesi onu parkta bir banka oturtmuş. Ayşe dondurmaların neden bu kadar kafasını karıştırdığını anlayamıyormuş. “Herkes çilekli, çikolatalı, limonlu diyebiliyor,” diye düşünmüş, “Ama ben birini seçemiyorum. Acaba yanlış bir şey mi bende?”

Dün çikolatalı yemişti ve çok beğenmişti. Geçen hafta vanilyalı yemişti, o da çok güzeldi. Bayramda dedesiyle karadutlu yemişlerdi, onu da sevmişti. Demek ki hepsini severdi ama… en çok hangisini?
Gözleri dolmuştu. Küçük kalbinde bir karışıklık vardı. “Ben neden karar veremiyorum?” diye içinden geçirmiş. O sırada annesi sessizce yanına oturmuş. “Üzgün gibisin,” demiş yumuşakça.
Ayşe başını eğmiş. “Arkadaşlarım hepsi bir tanesini seviyor,” demiş. “Ben hepsini seviyorum ama hangisini en çok sevdiğimi bilmiyorum. Ya bu kötü bir şeyse?”
Annesi Ayşe’nin ellerini tutmuş. “Hepsini sevmek kötü bir şey değil ki,” demiş. “Bazen bir taneyi çok seversin, bazen hepsini ayrı ayrı seversin. Kalbin birini seçmek zorunda değil.”
Ayşe gözlerini annesine dikmiş. “Yani… sadece bir tanesini sevmek zorunda değil miyim?” diye sormuş. Annesi başını sallamış. “Hayır tatlım,” demiş. “Senin kalbin geniş. İçinde birçok güzel şeye yer var.”
Ayşe gözlerini kapatmış. Limonlu dondurmayı düşünmüş, yazın serinliğini. Fıstıklıyı hayal etmiş, bayram kahkahalarını. Vanilyalıyı hatırlamış, parkta el ele yürüyüşleri. Hepsinin tadı farklıymış ama hepsi güzelmiş.
Yavaşça gülümsemiş. “Galiba en çok… hepsini seviyorum!” demiş keyifle.
O an içindeki sıkışıklık uçup gitmiş. Artık kendini garip hissetmiyormuş. Birini seçememek, kalbinin karışık olduğu anlamına gelmiyormuş. Aksine, kalbinin sevgiyle dolu olduğunu gösteriyormuş.
Ayşe dondurmacının yanına yeniden gitmiş. “Üç top lütfen,” demiş gülerek, “Çilekli, çikolatalı ve karadutlu!”
Dondurmacı göz kırpmış. “Harika seçim,” demiş. “Renkli kalplerin dondurması!”
Ayşe dondurmasını almış, parktaki banka oturmuş. İlk ısırığı çilekliymiş, tatlı ve ferah. İkinci ısırık çikolatalı, yoğun ve güzel. Son top karadutluymuş, tıpkı dedesiyle paylaştığı o özel an gibi.
O an Ayşe anlamış. “Sadece bir tanesini sevmek zorunda değilim,” demiş içinden. “Benim kalbim birden fazla tada yer verecek kadar kocaman.”
Ve o günden sonra Ayşe, bir şey seçemediğinde üzülmek yerine gülümsemeye başlamış. Çünkü biliyormuş ki; bazen karar verememek, aslında her şeye kalbini açtığın anlamına gelirmiş.
Dondurma Hikayesi de burada, yumuşacık bir huzurla son bulmuş .Dondurma Hikayesine benzeyen Çocuk Hikayeleri okumak için bağlantıya tıklayabilirsiniz.