Barış on bir yaşında, meraklı ve araştırmayı seven bir çocuktu. Doğduğundan beri içinde büyüyen bir soru sorma tutkusu vardı. En büyük hobisi, sıradan görünen şeyleri daha derinlemesine incelemek ve onların arkasındaki gizemi keşfetmekti. Öğretmenleri ve ailesi onun bu özelliğini çok severdi, ancak bazı arkadaşları bazen “Çok düşünüyorsun, Barış!” diyerek ona takılırlardı.
Oysa Barış için düşünmek bir oyun gibiydi. Sıradan bir çakıl taşına bile uzun uzun bakabilir, onun nereden geldiğini, hangi nehirlerden sürüklenerek buraya ulaştığını hayal edebilirdi. Ya da gökyüzündeki bulutlara bakarken onların hareket hızını tahmin etmeye çalışır, rüzgârın yönünü anlamaya uğraşırdı. Bir şeylerin neden ve nasıl olduğunu öğrenmek ona büyük bir keyif verirdi.
Babası Ahmet Bey de tıpkı Barış gibi meraklı bir insandı. Aslında bir mühendis olmasına rağmen, sadece makinelerle değil, evrendeki her şeyle ilgilenirdi. Çalışma odasında türlü türlü kitaplar bulunurdu: uzay, fizik, tarih, doğa… Ne zaman fırsat bulsa Barış’la oturup uzun uzun konuşur, ona farklı konularda bilgiler verirdi. Barış, babasının gözlerinden bu bilgileri anlatırken aldığı keyfi görebiliyordu.
Annesi Aslı Hanım ise öğretmendi. Okula gitmeden önce kahvaltıda Barış’la konuşmayı çok severdi. Ona yeni kelimeler öğretir, okuduğu kitaplardan bahsederdi. Barış’ın kelime haznesi oldukça genişti çünkü annesi ona küçük yaşlardan itibaren kitap sevgisini aşılamıştı. Evlerinde her zaman okumaya teşvik eden bir ortam vardı.
Evleri geniş, bol pencereli ve ışık alan bir apartman dairesiydi. Barış’ın odasında büyük bir kitaplık, defterleri ve küçük bilim deneyleri için kullandığı malzemeler vardı. Bir köşede teleskobu duruyordu. Geceleri bazen camın önüne oturur ve babasıyla birlikte yıldızları izlerdi. Ay’a bakarken, onun ne kadar uzak olduğunu merak ederdi.
O gün, Barış okuldan döndüğünde aklında yepyeni bir düşünce vardı. Öğle arasında Emre’yle kağıt katlama üzerine konuştukları sohbet, zihninde dönüp duruyordu. “Bir kağıdı en fazla yedi kez katlayabilirsin,” demişti Emre. Barış ise bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyordu.
Şimdi, evinin salonunda oturmuş, masanın üzerinde duran beyaz A4 kağıdına bakıyordu. “Bunu test etmeliyim,” diye düşündü. İçinde kıpır kıpır bir merak uyanmıştı. Elini uzatıp kağıdı aldı ve dikkatlice katlamaya başladı…
Kağıdı alıp ikiye katlamış. Sonra tekrar… Ve bir daha… Yedinci katlamaya geldiğinde duraksamış.
Kağıt o kadar kalınlaşmış ki, parmaklarının arasında ezilip bükülmemeye başlamış. Barış, sinirlenip tekrar denemiş ama başaramamış. Kaşlarını çatmış, elindeki kağıda meydan okur gibi bakmış.
Tam o sırada babası Ahmet Bey içeri girmiş. Yorgun ama güler yüzlü bir adam olan Ahmet Bey, oğlunun bu hallerini çok iyi bilirmiş. “Ne oldu bakalım, yine hangi sırrı çözmeye çalışıyorsun?” diye sormuş.
Barış, ellerini iki yana açarak “Baba, bir kağıdı sadece 7 kez katlayabildiğimizi biliyor muydun?” demiş.
Babası gülümsemiş. “Elbette biliyorum. Ama asıl soru şu: Eğer katlamaya devam edebilseydin, ne olurdu?”
Barış merakla gözlerini açmış. “Ne olurdu?”
Ahmet Bey, masasının başına oturup bir hesap makinesi çıkarmış. “Diyelim ki kağıdın ilk hali 0.1 milimetre kalınlığında. Her katladığında iki katı olur. Matematiğini yaparsak… 10 kez katladığında 10 santimetre olur. 20 katlamada 100 metre… 30 kez katladığında neredeyse Everest Dağı kadar!”
Barış şaşkınlıkla bakmış. Ama babası devam etmiş. “Ve eğer 42 kez katlayabilseydin… Ay’a ulaşırdı!”
Barış’ın gözleri parlamış. “Gerçekten mi? Ama nasıl olur?”
Babası, elindeki kalemi kağıda vurmuş. “Bu, üstel büyümenin gücü. Küçük bir şey, her adımda ikiye katlanınca tahmin edemeyeceğin kadar büyür.”
Barış bir an düşüncelere dalmış. Demek ki küçücük değişimler, sonunda devasa farklar yaratabiliyormuş…
O günden sonra Barış’ın gözleri her şeyde bu gizli büyümeyi aramış. Bir damlanın gölete dönüşmesi, küçük bir fidanın koca bir çınara evrilmesi… Hepsinin ardında aynı sır yatıyormuş.

Ertesi sabah, okulda öğretmeni bir proje ödevi verdiğinde Barış’ın aklına hemen bu konu gelmiş. Sınıfta herkes farklı konular seçerken, Barış tahtaya kalkıp cesurca “Ben, bir kağıdın 42 kez katlanması halinde Ay’a ulaşacağını göstermek istiyorum!” demiş.
Sınıftan bir kahkaha kopmuş. “Bu imkansız!” diye seslenmiş biri.
Ama öğretmeni, gözlüğünün üzerinden ona bakıp gülümsemiş. “Öyle mi dersin? O halde bize kanıtla.”
Barış’ın içinde bir kıvılcım yanmış. Günlerce çalışmış, hesaplamalar yapmış, üstel büyümeyi basitçe anlatabilecek yollar aramış. Küçük bir defter alıp her katlamada kalınlığı nasıl arttığını yazmış. 5. kat, 10. kat, 15. kat…
Derken sunum günü gelmiş. Barış, tahtaya büyük bir kağıt koymuş ve anlatmaya başlamış:
“Bunu ben keşfetmedim. Ama keşfedenler, bunu anlayınca dünyayı değiştirdi! Küçük şeyler, yeterince uzun süre büyürse hayal bile edemeyeceğimiz yerlere varabilir.”
Sınıf, önce sessizce dinlemiş. Sonra herkes büyülenmiş gibi bakmaya başlamış.
En son Barış şu cümleyi kurmuş: “O yüzden, bugün öğrendiğiniz en önemli şey belki de şu: Küçük bir şey yapın. Bir adım atın. Çünkü küçük adımlar bile yeterince büyürse, Ay’a kadar ulaşabilir.”
Sınıf alkışlarla dolmuş. Öğretmeni başını sallayıp gülümsemiş. “Güzel bir ders verdin, Barış.”
O günden sonra Barış’ın gözlerinde hep aynı parıltı olmuş. Çünkü o artık biliyormuş: Küçük adımlar, yeterince uzun süre atılırsa, Ay’a bile ulaşabilirmiş…
Ve bir çocuk, bir kağıt parçasıyla, bir sınıf dolusu insanın bakış açısını değiştirmiş.
Şimdi sizlerde bir kağıt alın ve kaç kez katlayabileceğinizi deneyin. Altı mı? Yedi mi? Daha fazla yapabilir misiniz? Kağıt neden bir noktadan sonra katlanamaz, bunu düşünün. Belki de Barış gibi siz de küçük şeylerin büyük sırlarını keşfedersiniz.
Bir Kağıt Kaç Kez Katlanır Hikayesi burada sona ermiş. Bir Kağıt Kaç Kez Katlanır Hikayesi gibi Çocuk Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.