Küçük bir mahallede, sokakların sessizliğini neşelendiren bir çocuk vardı: Melek. On bir yaşında, meraklı, canlı bir kızdı. En sevdiği şey, eski sarı bisikletiyle mahalle sokaklarını dolaşmaktı. Bisiklet eskiydi ama Melek’in gözünde dünyanın en güzel aracıydı. Çizikleri, yıpranmış lastikleri ve soyulmuş boyaları ona göre hepsi birer macera izi gibiydi. Sarı bisikleti onun için özgürlük demekti.
Mahallenin her köşesini bilir, herkesle selamlaşır, küçük çocukları oyun oynamaya davet ederdi. Ama bir gün Melek’in kalbindeki neşe gölgelenmişti. Arkadaşı Deniz’le yaşadığı küçük bir tartışma her şeyi değiştirmişti.
Her şey bir Pazar sabahı başlamıştı. Melek, sarı bisikletiyle evinin önünde Deniz’i bekliyordu. Her zamanki gibi birlikte bisiklete binecek, yeni yollar keşfedeceklerdi. Deniz yanına geldiğinde gergin görünüyordu.
“Bu hafta seninle bisiklete binmek istemiyorum, Melek,” demişti Deniz, gözlerini kaçırarak. “Sen hep kuralları koyuyorsun, hep istediğin yerlere gidiyoruz. Artık yoruldum.”
Melek şaşırmıştı. “Ama bu doğru değil! Ben sadece eğlenmeye çalışıyorum,” dedi, sesi bir parça kırgın.
“Belki de sadece kendini eğlendiriyorsundur,” diye cevap verdi Deniz ve uzaklaştı.
Melek olduğu yerde kalakalmıştı. Hiç bu kadar incinmemişti. Arkadaşlıkları o günden sonra sessizliğe gömüldü. Melek, Deniz’i ne kadar aramak istese de gururu engel oluyordu. “Ben haklıyım,” diye düşünüyordu. “Özür dilemesi gereken o.”
Aradan haftalar geçti. Melek, tek başına bisiklet sürmeye başladı. Ama mahalle sokakları artık o kadar eğlenceli gelmiyordu. Deniz olmadan keşfettiği yerler anlamsız, bisikletinin zili ise sessizdi.
Bir akşamüstü, bisikletini park edip mahallenin arkasındaki büyük çam ağacının altına oturdu. Gözleri dolmuştu. “Neden böyle oldu?” diye sordu kendi kendine. Deniz’i özlüyordu ama hatasını kabul etmek ona çok zor geliyordu.
O sırada annesi, bahçeden seslendi: “Melek, yemek hazır. Ne zamandır moralin bozuk, anlatmak ister misin?”
Melek, başını sallayarak eve girdi. Annesinin yanında oturup sessizce yemeğini yemeye başladı. Bir süre sonra, annesi nazikçe sordu: “Deniz’le bir şey mi oldu?”
Melek başını salladı. “Küçük bir tartışma,” dedi. “Ama benim hatam değildi. Neden özür dilemem gerekiyor ki?”
Annesi gülümsedi. “Bazen affetmek, bir tartışmayı kimin başlattığından daha önemlidir,” dedi. “Affetmek insanı özgürleştirir, kızım. Affetmek demek, hem kendine hem de karşındaki kişiye bir şans vermek demektir.”
Ertesi gün Melek, bisikletiyle mahallede dolaşırken aniden yağmur bastırdı. Melek bisikletiyle hızla eve doğru pedal çevirmeye başladı. Ancak bir köşeyi döndüğünde aniden yere kaydı. Dizini ve ellerini incitmişti. Sarı bisiklet de yan yatmış, zinciri çıkmıştı.

Tam o sırada, karşısında Deniz’i gördü. Deniz hızla yanına geldi ve eğildi. “İyi misin?” diye sordu, yüzündeki endişeyi saklamadan.
Melek, başını salladı. “Sanırım… zinciri takmam gerekecek,” dedi, dizindeki sızıyı hissederek.
Deniz, hiç tereddüt etmeden eğildi ve bisikletin zincirini düzeltmeye başladı. “Bunu tek başına yapmana izin veremem,” dedi.
O anda Melek, bir şeylerin değiştiğini hissetti. Kalbinde bir sıcaklık belirdi. Deniz hâlâ ona yardım ediyordu, tıpkı eski günlerdeki gibi.
Bisikletin zinciri düzeldiğinde, Melek yavaşça kalktı ve Deniz’e baktı. “Teşekkür ederim,” dedi. Bir süre sessizlik oldu. Sonra gözlerini yere indirip ekledi: “Deniz, o gün söylediklerim için üzgünüm. Seni kırmak istememiştim.”
Deniz hafifçe gülümsedi. “Ben de özür dilerim. Belki de daha açık konuşmam gerekiyordu,” dedi.
O an, Melek annesinin sözlerini hatırladı. Affetmek gerçekten de özgürleşmenin başlangıcıydı. İkisi de birbirlerini affetmişlerdi ve bu, eski dostluklarını daha da güçlendirmişti.
Ertesi gün Melek ve Deniz, sarı bisikletle tekrar sokaklardaydılar. Güneş ışıkları caddeleri aydınlatıyor, mahalle eski neşesine kavuşmuş gibi görünüyordu.
Melek, artık bir şeyi çok iyi öğrenmişti: “Özür dilerim” demek, bir zaaf değil, bir cesaret göstergesiydi. Kendi hatalarını kabul edebilmek, bir insanı daha güçlü yapıyordu.
Çünkü insanlar hatalar yapabilirdi, bu doğal bir şeydi. Ama asıl önemli olan, bu hataları kabul edip birbirlerini affetmekti. Melek ve Deniz’in arkadaşlığı, artık bir tartışmadan çok daha güçlüydü. Sarı bisiklet ise bu dostluğun simgesi olmaya devam etti.
Ve her seferinde bisikletin ziline bastıklarında, o melodide bir şeyler yankılanıyordu: “Affetmek özgürleştirir.”
Affetmek Özgürleştirir Hikayesi de burada sona ermiş. “Affetmek Özgürleştirir Hikayesi” gibi Uzun Hikayeler için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.