İlkbaharın en güzel günlerinden biriydi. Güneş, masmavi gökyüzünde parlıyor, tatlı bir rüzgâr ağaçların dallarını hafifçe sallıyordu. Kuşlar cıvıl cıvıl ötüyor, sokaklardan çocukların neşeli kahkahaları yükseliyordu. Mahallenin çocukları, okuldan çıkıp soluğu parkta almıştı. Salıncaklar dolup taşıyor, top oynayanlar, ip atlayanlar, bisiklet sürenler birbirleriyle yarışıyordu.
Eren için bisiklet sürmek büyük bir tutkuydu. Kendini rüzgârın kollarına bırakmak, hızlandıkça içindeki heyecanı hissetmek ona tarifsiz bir mutluluk verirdi. Parkın ortasında, çocukların sık sık denediği küçük bir rampa vardı. O rampa, bisiklet sürmeyi seven herkes için bir cesaret göstergesiydi. Eren ve en yakın arkadaşı Mert, bu rampadan defalarca atlamış, her seferinde biraz daha yükselmenin yollarını aramışlardı.
O gün Eren, parkta yeni gelen çocuklara hünerlerini göstermek istiyordu. Mert’le birlikte bisikletlerini rampaya doğru sürdüler. Küçük bir tur atıp hızlarını arttırdılar.
Mert, “Bugün biraz daha hızlanalım mı?” diye sordu.
Eren’in gözleri heyecanla parladı. “Hadi bakalım, en yükseğe kim çıkacak!”
İlk olarak Mert rampa üzerinden atladı. Havada süzüldü ve yere mükemmel bir iniş yaptı. Eren onu hayranlıkla izledi. Şimdi sıra kendisindeydi. Pedallara daha güçlü bastı, rüzgârın yüzüne çarpan serinliğini hissetti. Rampaya yaklaşırken heyecanla içini çekti ve tüm gücüyle hızlandı.
Fakat işler beklediği gibi gitmedi. Bisikleti rampaya çarptığında, ön tekerlek aniden yukarı fırladı. Bir an için havada süzüldü, ama sonra dengesini kaybetti. Zaman durmuş gibiydi. Havada baş aşağı dönerek savrulduğunu hissetti. Kollarını refleksle öne uzattı ama bu, sert düşüşü önlemeye yetmedi.
Yere çarpmasıyla birlikte bir acı dalgası vücuduna yayıldı. Sol bileğinde keskin bir sızı hissetti. Dirseği sert zemine çarpmış, dizleri de sürtünmeden dolayı sıyrılmıştı. Avuç içleri yanıyordu.
Bir an için her şey sessizleşti. Parktaki çocuklar nefeslerini tutmuştu. Sonra, birkaç çocuk panikle Eren’in yanına koştu.
Mert en hızlı gelenlerden biriydi. “Eren! İyi misin?” diye seslendi.
Eren’in gözleri dolmuştu ama ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Acısı çok büyüktü ama kendini zayıf göstermek istemiyordu. Dişlerini sıkarak başını salladı. Ancak bileğini kıpırdatmaya çalıştığında keskin bir acı hissetti ve yüzü buruşturdu.
Yanlarında duran büyüklerden biri hemen durumu fark etti. “Bileğin kötü görünüyor, hemen ailenize haber verelim,” dedi.
Birkaç dakika içinde parkın girişinde bir araba durdu. İçinden Eren’in babası Ufuk Bey hızla indi ve oğlunun yanına koştu. “Oğlum, ne oldu?” diye sordu endişeyle.
Eren zorla gülümsedi ama sesi titriyordu. “Bisikletten düştüm… Sanırım bileğim…”
Babası dikkatlice Eren’in bileğini inceledi. Hafifçe dokunduğunda bile Eren acıyla irkildi. Ufuk Bey, endişeyle başını salladı. “Hemen hastaneye gidiyoruz.”
Eren, babasının yardımıyla ayağa kalktı. Düşmenin sadece canını değil, gururunu da incittiğini hissediyordu. Arkadaşları ona üzgün gözlerle bakıyordu. Mert yanına yaklaşıp “Endişelenme, iyileşeceksin,” dedi.
Hastaneye giderken içini büyük bir korku kapladı. Acaba bileği kırılmış mıydı? Bir daha bisiklet sürebilecek miydi? Arabanın içinden dışarı bakıp hızla geride kalan parka son bir kez göz gezdirdi. O an, bisikletin ona ne kadar özgür hissettirdiğini ve bunun ne kadar büyük bir kayıp olabileceğini düşündü.
Hastanenin acil servisinde doktorlar Eren’i hemen muayene etti. Bileği şişmiş ve morarmıştı. Röntgen çekildiğinde, bileğinde küçük bir çatlak olduğu ortaya çıktı. Doktor, “Neyse ki çok ciddi bir kırık değil, ama yine de dikkatli olmalısın. Bileğini fazla oynatmamalısın,” dedi.
Eren’in koluna beyaz bir atel takıldı. Bunu görünce yüzü düştü. Doktor devam etti: “Birkaç hafta boyunca bu şekilde kalacak. İyileşmesi için sabırlı olmalısın.”
Sabır… Bu kelime Eren için hep zorlayıcı olmuştu. Yerinde duramayan, sürekli hareket eden biri için sabırlı olmak kolay değildi.
Babası ona gülümseyerek, “Önemli olan, iyileşmek için kendine zaman tanıman,” dedi.
Eren, parkta bisiklet sürdüğü günleri düşündü. O an, iyileşmenin de bir süreç olduğunu, bunun bir anlamı olabileceğini fark etti ama yine de önündeki haftaların nasıl geçeceğini kestiremiyordu.
Böylece, sabır ve iyileşme dolu günler başlamış oldu.
Eren, bileği sarılı halde eve döndüğünde moral olarak çökmüştü. Kolunu kullanamamak onu inanılmaz rahatsız ediyordu. En basit işleri bile yaparken zorlanıyordu. Kalem tutmak, gömleğinin düğmelerini iliklemek, çantasını taşımak bile büyük bir uğraş gerektiriyordu. Ama en çok zoruna giden şey, dışarıdaki hayatın devam ettiğini görmekti. Pencereden parka baktığında, çocukların bisiklet sürdüğünü, rampadan atladığını görüyordu. Kendisi ise sadece izleyebiliyordu.

İlk günlerde sabahları yataktan kalkmak bile can sıkıcıydı. Annesi Esra Hanım ona sürekli yardım etmeye çalışıyor, babası moral vermeye uğraşıyordu. Ama Eren içinde büyük bir boşluk hissediyordu. Bileği sızlıyor, parmaklarını hareket ettirdiğinde bile hafif bir ağrı yayılıyordu.
Bir akşam babası, çalışma odasından bir kitap alıp yanına oturdu. Eren’in üzgün olduğunu biliyordu. Sessizce kitabı Eren’in masasına koydu ve gülümseyerek, “Biliyor musun, iyileşmek de bir süreçtir. Sadece vücudun değil, sabrın da güçlenir,” dedi.
Eren, babasının ne demek istediğini o an tam anlamamıştı. Ama sonraki günlerde iyileşmenin gerçekten de sadece fiziksel olmadığını fark etti.
Birkaç gün sonra öğretmeni ona yazı yazmakta zorlanırsa dersleri kaçırmaması için kitap okumasını önerdi. Başta bu fikir pek ilgisini çekmedi ama annesi ona eski bir çocukluk kitabını uzattığında bir şans vermeye karar verdi. Kitabı okumaya başladığında, zamanın nasıl geçtiğini anlamadı bile. Hikâyeler, onu dış dünyanın acısından ve sıkıntısından bir süre uzaklaştırdı.
Aynı zamanda sol eliyle yazı yazmayı denemeye başladı. İlk başta bu ona çok zor geldi. Kalemi kavramak bile başlı başına bir mücadeleydi. Harfleri yamuk yumuk çıkıyor, eli hemen yoruluyordu. Ama günler geçtikçe harfler düzelmeye başladı. Sol elini kullanabilmenin verdiği yeni bir beceri hissi ona kendini daha güçlü hissettirdi.
Mert, her gün okuldan sonra ona uğruyor, parkta olanları anlatıyordu. Bir gün elinde küçük bir not defteriyle geldi. “Bak, bugün parkta neler oldu, senin için yazdım!” dedi gülerek. Defterin içinde birkaç basit çizim ve komik notlar vardı. Eren bunları okudukça gülmeye başladı. O an fark etti ki, bir şeyleri kaçırıyor gibi hissetse de arkadaşları onun yanında olmaya devam ediyordu.
Zaman geçtikçe bileği yavaş yavaş iyileşmeye başladı. Şişlik azaldı, acısı hafifledi. Artık daha rahat hareket edebiliyordu. Sonunda doktor kontrolüne gittiklerinde, doktor ona gülümseyerek, “Artık yavaş yavaş eski hareketlerine dönebilirsin ama dikkatli ol,” dedi.
Eren, o gün hastaneden çıkarken kendini daha güçlü hissediyordu. Artık eskiye dönmek için sabırsızlanıyordu ama bu kez bir fark vardı. Daha önce fark etmediği şeyleri öğrenmişti.
İlk kez bisikletine tekrar bindiğinde, rampaya doğru sürdü ama hemen hızlanmadı. Önce pedalları yavaşça çevirdi, kontrolünü sağladı. Sonra rampanın önünde durdu ve derin bir nefes aldı. Eskisi gibi hızla çıkıp uçmak istemedi. Bunun yerine kontrollü bir şekilde sürdü, dengesini sağladı ve güvenli bir şekilde ilerledi.
O an, iyileşmenin ne demek olduğunu gerçekten anlamıştı. Acıyı yaşamak, ona vücudunun ne kadar güçlü olduğunu öğretmişti. Düşmek ve kalkmak, hayatın bir parçasıydı. Ve o günden sonra Eren, her yeni macerasına biraz daha dikkatli ama çok daha bilinçli başlamıştı.
Yeniden Başla Hikayesi burada sona ermiş. Yeniden Başla Hikayesi gibi Çocuk Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.