Küçük bir sahil kasabasında, yemyeşil bir bahçeye sahip eski bir mahallede, yedi yaşındaki Mete yaşardı. Mete, mahallenin en hareketli çocuklarından biriydi. Saçları kestane rengi, gözleri kocaman ve merak doluydu. Ancak Mete’nin bir özelliği vardı: Eşyalarını paylaşmayı pek sevmezdi.
Bir gün Mete’nin babası ona parlak kırmızı bir oyuncak araba hediye etti. Bu araba sıradan bir oyuncak değildi; ışıkları yanıp sönüyor, düğmesine basıldığında hızla ileri doğru gidiyordu. Mete, hediyesini görünce gözleri parladı, mutluluktan yerinde duramıyordu.
“Baba! Bu benim bugüne kadar aldığım en güzel hediye! Teşekkür ederim!” diyerek babasına sarıldı.
Mete, arabayı yanından bir an bile ayırmadı. Sabah uyanır uyanmaz pencereden güneşi selamlar gibi, önce arabasına baktı. Kahvaltısını aceleyle bitirip soluğu bahçede aldı. Komşu çocukları Efe, Zeynep ve Ali de oradaydı.
“Arkadaşlar! Yeni arabamı gördünüz mü?” diyerek elindeki arabayı onlara gösterdi.
Efe merakla sordu: “Vay Mete! Ne güzel bir araba! Onu oynayabilir miyim?”
Ama Mete, arabayı göğsüne sıkıca bastırarak başını iki yana salladı. “Hayır, bu benim! Sadece ben oynayacağım.”
Zeynep, Mete’nin bu tavrına biraz alınmıştı. “Ama Mete, biz seninle her şeyimizi paylaşıyoruz. Geçen gün sen benim topumla oynamıştın, hatırlıyor musun?” dedi.
Mete, arkadaşlarının söylediklerine aldırış etmedi. “Bu farklı! Bu oyuncak benim. Kimseye dokundurmam!” diyerek geri çekildi.
Günler geçtikçe Mete’nin bu davranışı diğer çocukların canını sıkmaya başladı. Mahallede birlikte oynadıkları oyunlar eskisi gibi eğlenceli değildi. Mete, arabasıyla yalnız oynamayı tercih ediyordu. Efe, Zeynep ve Ali ise kendi aralarında yeni oyunlar kurmuş, Mete’ye darılmışlardı.
Bir sabah, hava pırıl pırıl ve güneşliydi. Mete arabasını da yanına alarak dışarı çıktı. Bugün de onunla tek başına oynamayı planlıyordu. Ancak arkadaşları bahçede olmasına rağmen ona hiç selam vermedi.
“Merhaba, oyun oynuyor musunuz?” diye sordu Mete.
Efe omuzlarını silkti. “Biz kendi oyunumuzu oynuyoruz. Arabana dokunamayacağımıza göre bizimle ne oynayabilirsin ki?” diye cevap verdi.
Mete bu sözler karşısında biraz üzüldü, ama bunu belli etmemeye çalıştı. “Ben tek başıma da oynarım,” diyerek arabasıyla köşeye çekildi.
Mete, bahçenin bir köşesinde arabasıyla oynamaya devam ederken gökyüzü bir anda kararmaya başladı. Sabahın parlak güneşi yerini gri ve kara bulutlara bırakmıştı. Hafif bir rüzgar esiyor, ağaçların yaprakları hışırdıyordu. Uzaktan bir gök gürültüsü duyuldu. Mete, önce bunu pek önemsemedi.
“Bir şey olmaz, az sonra geçer,” diyerek arabasını yere koydu ve onu ilerletmeye devam etti. Ama yağmurun ilk damlaları, hızla yere düşmeye başladı.
Damla damla yağan yağmur, kısa sürede sağanak hâline dönüşmüştü. Yağmur suları, bahçenin her köşesinde küçük birikintiler oluşturmaya başlamıştı. Mete’nin elindeki oyuncak araba, birden yere düştü.
“Hayır! Arabam!” diye bağırarak eğildi.
Ancak araba düştüğü anda su birikintisine yuvarlanmıştı. Oyuncak, önce çamura bulandı, ardından hızla yağan yağmurun altında tamamen sırılsıklam oldu. Mete, panik içinde arabayı yerden alıp ellerine aldı ama çok geçti.
Oyuncak arabanın düğmesine bastı, ancak arabadan hiçbir ses gelmedi. Normalde ışıkları yanıp sönmesi gereken farlar karanlıktı. Hızla ileriye doğru gitmesi gereken tekerlekler artık dönmüyordu. Mete’nin eliyle yaptığı tüm hareketler sonuçsuz kalıyordu.
“Lütfen çalış, lütfen!” diyerek tekrar tekrar düğmelere bastı. Ama araba hiçbir tepki vermedi. Yağmur damlaları, Mete’nin ellerine düşerken arabanın üzerindeki çamurlar gitgide daha da yayılıyordu. Mete, şaşkınlık ve üzüntü içinde elindeki oyuncağa bakakaldı.
Bu sırada yağmur hızını artırmış, gökyüzü gürlemeye devam ediyordu. Mete, kıyafetleri sırılsıklam olmuş bir hâlde çaresizce evine doğru koşmaya başladı. Elindeki oyuncak araba, artık ışıltıdan çok, çamura bulanmış bir enkazı andırıyordu. Eve vardığında hemen mutfak masasının başına oturdu ve arabasını dikkatlice inceledi. Ancak dışındaki çamurları temizlese de içindeki mekanizmanın tamamen bozulduğunu fark etti.
Mete, o günün akşamı pencerenin önüne oturdu ve arkadaşlarını izledi. Efe, Zeynep ve Ali yağmur dinince tekrar dışarı çıkmış, bir ağacın altında oyun oynuyorlardı. Ancak Mete’yi oyuna davet etmiyorlardı.
Kendini birden yalnız hissetti. Oynayacak kimseyi bulamamak ona eskiden yaşadığı eğlenceli günleri hatırlattı. Arkadaşlarıyla birlikte oynadığı saklambaçları, kahkahalarla dolu sohbetleri düşündü.
“Ne yaptım ben?” diye mırıldandı Mete. “Bir araba yüzünden herkesi kaybettim.”
Özür Dilemek
Ertesi sabah Mete, elinde çalışmayan arabasıyla arkadaşlarının yanına gitti. Kendisini biraz mahcup hissediyordu ama cesaretini topladı.
“Arkadaşlar, size bir şey söylemek istiyorum,” dedi.
Efe, Zeynep ve Ali ona döndüler. Mete devam etti: “Haklıydınız. Oyuncak arabamla sizi oynamanıza izin vermediğim için çok üzgünüm. Sizi kırmak istememiştim ama yanlış davrandım. Lütfen beni affedin.”
Efe, Mete’nin yüzündeki pişmanlık ifadesini gördü. “Bizimle samimi olursan seni affederiz, Mete. Ama bir daha böyle yapmamalısın,” dedi.
Zeynep ekledi: “Eşyalarımızı paylaşmak bizi daha iyi arkadaş yapar, Mete. Bunu unutmamalısın.”
Mete, arkadaşlarına gülümsedi. “Söz veriyorum, bir daha paylaşmayı öğreneceğim.”
Dostluk Her Şeyden Önemlidir
O günden sonra Mete, oyuncaklarını arkadaşlarıyla paylaşmayı öğrendi. Artık mahallenin çocukları yeniden birlikte oyun oynuyordu. Mete’nin yeni öğrendiği bir şey vardı: Oyuncaklar bozulabilir, ama dostluklar eğer değer verirseniz hep kalıcıdır.
Yeni Oyuncak Arabam Hikayesi burada sona ererken, Mete’nin yaşadığı bu olay, çocuklara güzel bir ders verdi: Paylaşmak sadece eşyaları değil, mutluluğu da büyütür.
Yeni Oyuncak Arabam Hikayesi gibi Uzun Hikayeler için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.