Küçük bir köyde yaşayan Zeyd, herkesin sevdiği zeki bir çocuktu. Fakat Zeyd’in bir zaafı vardı: yalan söylemeyi eğlenceli bulurdu. Çevresindekilere anlattığı abartılı hikayelerle dikkat çekmeyi severdi. Annesi Ayşe Hanım ve babası Hasan Efendi onu defalarca uyarsa da Zeyd, yalanın nelere yol açacağını bir türlü kavrayamıyordu.
Bir gün Zeyd, köyün meydanında arkadaşlarıyla oynarken aklına yine dikkat çekecek bir oyun geldi. Yanına toplanan çocuklara heyecanla, “Az önce ormanda kocaman bir ayı gördüm!” dedi. Çocuklar şaşkınlıkla, “Gerçekten mi?” diye sordu. Zeyd yüzünde ciddiyeti takınarak, “Tabii ki! Hatta beni fark edip kovaladı ama ben hızla bir ağaca tırmandım, kurtuldum,” dedi.
Çocuklardan biri, “Zeyd çok cesursun,” deyince Zeyd bu ilgiden memnun oldu ve hikayeyi daha da süslemeye başladı.
Zeyd’in anlattığı ayı hikayesi köyde hızla yayıldı. Herkes bu cesur çocuk hakkında konuşuyordu. Çobanlar, ormanda ayı gördüğü söylenen yere gitmeye karar verdi. Ellerinde sopalarla Zeyd’in tarif ettiği yeri didik didik aradılar. Ancak hiçbir ayı izine rastlamadılar. Dönüşte köy meydanında toplanan kalabalığa şaşkınlıkla, “Ne bir iz, ne bir tüy… Ormanda ayıya dair hiçbir şey yok!” dediler.
Bu sözler üzerine insanlar birbirlerine bakmaya başladı. Zeyd’in arkadaşı Halil, dayanamayarak, “Zaten Zeyd geçen gün de kocaman bir balık tuttuğunu söylemişti ama hiç göstermedi,” dedi. Bunun üzerine bir başka çocuk, “Ben de onun bazı şeyleri uydurduğunu düşünüyorum,” diye ekledi.
Zeyd’in babası Hasan Efendi de konuşulanları duymuştu. Meydana gidip oğlunun gözlerinin içine baktı ve sert bir sesle sordu:
“Zeyd, doğruyu söyle! Gerçekten bir ayı gördün mü?”
Zeyd utançla başını eğdi, mırıldanarak, “Hayır… Sadece biraz dikkat çekmek istemiştim,” dedi. Meydandaki herkes şaşkınlık ve öfkeyle bakıyordu. Bir kadın, “Zeyd’in anlattıklarına artık nasıl inanabiliriz?” derken, bir başkası, “Bizi kandırdığı yetmezmiş gibi, korkuya kapılmamıza sebep oldu!” diye söylendi.
O günden sonra Zeyd’in yalanı köyde herkesin diline düştü. Artık ne söylese kimse ona inanmak istemiyordu. Bu olay Zeyd’e büyük bir ders olacaktı, fakat bu dersi henüz tam anlamıyla kavramış değildi. Onu daha da büyük bir sınav bekliyordu.
Bir gün Zeyd, ormanda arkadaşlarından ayrı bir köşede oynarken uzakta yoğun bir duman fark etti. Merakla dumanın geldiği yöne doğru koşmaya başladı. Daha yaklaştığında gördüğü manzara karşısında dehşete düştü: Köyün kenarındaki eski bir evin çatısı tutuşmuştu. Alevler, kuru otların üzerinde hızla yayılıyordu. Zeyd panikle eve yaklaştı. Kapıya doğru bağırarak seslendi:
“Kimse var mı? Evde kimse var mı?”
İçeriden bir ses gelmeyince, evin boş olduğunu anladı. Ancak rüzgarın etkisiyle alevlerin çevredeki otlaklara sıçramaya başladığını gördü. Durum çok ciddiydi. Hemen köye doğru koşarak bağırmaya başladı:
“Yangın var! Yangın var! Ev yanıyor, yetişin!”
Zeyd, köy meydanına ulaştığında, soluğu kesilmiş, ter içinde kalmıştı. Fakat köyde toplanmış olan insanlar onun çığlıklarına aldırış etmedi. Bir adam alaycı bir sesle, “Zeyd yine masal anlatmaya başladı,” dedi. Kadınlardan biri, “Daha geçen hafta ormanda ayı gördüğünü söylemişti. Ona nasıl inanacağız?” diye ekledi.
Zeyd’in yüzü kıpkırmızı oldu. “Yalan söylemiyorum, gerçekten yangın var! Eğer hemen gelmezseniz evden tarlalara sıçrayacak!” diye yalvardı. Ama köyde kimse onu ciddiye almadı. İnsanlar dağıldı, Zeyd meydanda yalnız başına kaldı. Gözleri dolu dolu geri dönmeye başladı.

Zeyd’in korktuğu başına geldi. Yangın, rüzgarın etkisiyle hızla çevredeki tarlalara sıçradı. Köylüler yoğun dumanı fark ettiklerinde iş işten geçmişti. Herkes yangını söndürmek için koşuşturdu, ama mahsuller büyük ölçüde zarar görmüştü. Yanan tarlaların başında toplanan köylüler hem üzüntü hem de öfkeyle Zeyd’e baktılar.
Yaşlı bir köylü, bastonuna dayanarak sert bir sesle, “Eğer baştan beri doğru bir çocuk olsaydın, şimdi söylediklerine inanırdık,” dedi. Bir başkası da ekledi: “Yalanların yüzünden hepimiz zarara uğradık. Bu tarlalar bizim geçim kaynağımızdı!”
Zeyd, köylülerin kızgın bakışları altında, yaptığı hatanın ne kadar büyük olduğunu anladı. Duman ve kül kokusu arasında, omuzları çökmüş bir halde durdu. Artık çok geç kalmıştı. Gerçekleri söylediğinde bile kimse ona inanmamıştı. Kalbinin derinliklerinde büyük bir pişmanlık hissetti. Gözlerinden yaşlar süzülürken içinden şöyle geçirdi:
“Keşke hiçbir zaman yalan söylemeseydim. Şimdi insanlar bana inanıyor olurdu. Bu kadar zarar görmelerine asla sebep olmazdım.”
Zeyd’in zihninde artık yalan söylemenin ne kadar büyük bir yanlış olduğu netleşmişti. Ama bu pişmanlığı dile getirmek bile onun yitirdiği güveni geri getirecek gibi görünmüyordu.
Zeyd, köydeki zarar nedeniyle büyük bir pişmanlık duydu. Gözleri dolmuş halde annesine koştu ve, “Anne, beni affedin. Bu yaptığım çok büyük bir hata. Allah’a karşı mahcubum. Bundan sonra asla yalan söylemeyeceğim,” dedi. Annesi, oğlunun bu pişmanlığını görünce onu teselli etti:
“Zeyd, hatalarını fark etmek ve tövbe etmek en güzel şeydir. Allah, samimiyetle af dileyenleri affeder. Ama unutma, doğruyu söylemek bir alışkanlık olmalı. Güveni yeniden kazanmak kolay olmayacak, ama sabırla çalışmalısın.”
Zeyd, camiye gidip imam İbrahim Hoca’ya da danıştı. İmam Hoca ona, “Allah doğru sözlü olanları sever. Her kim ki yalandan uzak durur, insanlar ona güven duyar. Tövbeni bozma ve her zaman doğru söyle,” dedi.
O günden sonra Zeyd, bir daha asla yalan söylemedi. Yalanın insanları nasıl yaraladığını, doğruluğun ise nasıl güzellikler getirdiğini asla unutmadı. Artık, doğruluğun Allah’ın rızasını kazandıran en büyük erdemlerden biri olduğunu çok iyi biliyordu.
Yalan Konuşmanın Hazin Sonu Hikayesi burada sona erdi. Yalan Konuşmanın Hazin Sonu Hikayesi gibi Dini Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.