Sıcak yaz sabahlarının yerini serin sonbahar rüzgârları almıştı. Sararan yapraklar, sokak boyunca uzanan eski taş kaldırımlara dökülüyor, çocukların ayakkabıları altında hışırdayarak eziliyordu. Mahallenin tam ortasında, küçük ama sıcacık bir fırın vardı.
Hasan Usta’nın Fırını, yıllardır aynı yerde, aynı kokularla insanları kendine çekerdi. Sabahları taze ekmek kokusu, öğleden sonraları ise mis gibi poğaça ve simitlerin kokusu, yoldan geçen herkesin midesini guruldatmaya yeterdi. Ama fırının en meşhur ürünü, tuzlu kurabiyeleriydi.
Sekiz yaşındaki Mert, bu fırının en sıkı müşterilerindendi. Annesi her sabah ekmek almak için buraya uğrar, bazen de yanına bir iki tane tuzlu kurabiye alırdı. O kurabiyeler, kıyır kıyır ağızda dağılır, hafif tuzlu lezzetiyle insanın damağında uzun süre kalırdı.
Mert, okuldan dönerken her gün fırının önünden geçerken durup içeri bakardı. O gün de öyle yaptı. Camın önünde durup içeriye göz gezdirdi. Hasan Usta, elinde tahta bir kürekle yeni pişmiş kurabiyeleri fırından çıkarıyordu. İçeriden yükselen koku, Mert’i bir adım daha yaklaştırdı.
Kapıyı araladı. İçeride odun ateşinin yaydığı hafif is kokusuyla karışan sıcak hamur kokusu vardı. Hasan Usta, fırının önündeki geniş tahta tezgâhın arkasında, önlüğünü silkeleyerek ona gülümsedi.
“Hoş geldin Mert! Bugün de fırının kokusuna dayanamadın, değil mi?”
Mert gülerek başını salladı. Fırının içi her zaman sıcaktı, hele dışarıda sonbaharın serin rüzgârı eserken burası cennet gibi geliyordu.
“Annem ekmek almamı söyledi ama ben bir tane de tuzlu kurabiye alabilir miyim?”
Hasan Usta, göz kırpıp elindeki büyük spatulayla tepsiden en güzel görünen kurabiyelerden birini aldı ve kahverengi bir kese kâğıdına koydu.
“Bugün benden olsun. Ama bir şartla. Sana bir soru soracağım, doğru bilirsen kurabiye senin.”
Mert heyecanlandı. Hasan Usta’nın fırını, sadece lezzetli ürünleriyle değil, onun sorduğu bilmecelerle de meşhurdu. Mahalledeki çocukların çoğu buraya gelip Hasan Usta’nın bilmecelerini cevaplamaya çalışır, bilemeyenler de bir dahaki sefere cevabı öğrenip gelirdi.
“Sor bakalım!”
Hasan Usta, ellerini önlüğüne silip gülümseyerek eğildi.
“Bir kurabiye yaparken en önemli malzeme nedir?”
Mert, düşündü. Un, şeker, yağ, tuz… Hepsi önemliydi ama en önemli olan neydi? Fırıncının gözlerinde bir parıltı vardı. Sanki Mert’in biraz daha düşünmesini istiyordu. Sonunda, aklına bir şey geldi.
“Sevgi!” dedi heyecanla. “Eğer içine sevgi katmazsan, ne kadar güzel malzeme koyarsan koy, güzel olmaz!”
Hasan Usta kahkaha attı. “İşte şimdi gerçekten bedava kurabiyeyi hak ettin!” dedi ve kese kâğıdını Mert’in avucuna bıraktı.
Mert, kâğıdı sımsıkı tutarak dışarı çıktı. Soğuk rüzgâr tenini ürpertse de, elindeki sıcacık kurabiye içini ısıtmıştı. İlk ısırığı aldığında yüzüne bir gülümseme yayıldı. Tuzlu ve kıtır kıtırdı. Tam olması gerektiği gibi.

Ama o gün, Mert’in hayatında sadece bir kurabiye yediği gün olarak kalmayacaktı.
Ertesi sabah, Mert fırının önünden geçerken içeri göz attı. Hasan Usta’nın her zamanki gibi mutfakta çalıştığını gördü ama bir gariplik vardı. İçeriden her zaman gelen mis gibi koku bu kez yoktu.
Kapıyı açıp içeri girdiğinde Hasan Usta’nın alnındaki teri silerek derin bir iç çektiğini fark etti.
“Hayrola Hasan Amca, bir şey mi oldu?”
Hasan Usta başını iki yana salladı. “Bugün kurabiyelerim güzel olmadı.”
Mert şaşırdı. “Nasıl yani? Sen dünyanın en iyi fırıncısısın!”
Hasan Usta gülümsedi ama gözleri biraz yorgundu. “Bugün biraz üzgünüm, Mert. Kafamda bazı dertler vardı, aceleyle yaptım kurabiyeleri. Ama tadına bakınca anladım ki, içlerine birazcık üzüntü de karışmış. Hiç güzel olmamışlar.”
Mert, Hasan Usta’nın bir gün önce ona sorduğu soruyu hatırladı. En önemli malzeme neydi? Sevgi!
Tezgâhın üzerine eğilip, “O zaman bugün bir mola ver, Hasan Amca,” dedi. “Belki biraz temiz hava almak iyi gelir. Sonra kurabiyeleri yeniden yaparsın, bu kez içine biraz mutluluk koyarsın!”
Hasan Usta bir an düşündü, sonra başını salladı. “Sen akıllı bir çocuksun, Mert.”
Birlikte dışarı çıktılar. Fırının önündeki bankta biraz oturup mahalleyi izlediler. Birkaç çocuk okula yetişmeye çalışıyor, yaşlı bir teyze yavaş adımlarla yürüyordu. Fırının karşısındaki dükkânın sahibi camları siliyor, esnaf sohbet ediyordu. Hayat, tüm sıcaklığıyla akıyordu.
Birkaç saat sonra, Hasan Usta yeniden mutfağa döndü. Ellerini yıkadı, önlüğünü düzeltti ve büyük bir nefes aldı. Bu kez kurabiyeleri yaparken her hamuru dikkatle yoğurdu, özenle şekil verdi. Ve en önemlisi, içine sevgi koydu.
Akşam olduğunda, Mert yeniden fırına uğradı. İçeriden gelen o tanıdık, nefis kokuyu duyunca gülümsedi. Tuzlu kurabiyeler geri dönmüştü.
Hasan Usta, ona bir tane uzattı. “Bugün gerçekten oldu, Mert. İçlerine mutluluk kattım.”
Mert, kurabiyesinden bir ısırık aldı. Evet, bu tadı tanıyordu. İşte bu, Hasan Usta’nın gerçek kurabiyesiydi.
O günden sonra, ne zaman fırının önünden geçse ve tuzlu kurabiye kokusunu duysa, Mert bir şeyi hiç unutmadı: Bir işi gerçekten güzel yapmak için, sadece malzemeler yetmez. Onun içine kalbini de koymalısın.
Tuzlu Kurabiye Hikayesi burada sona ermiş. Tuzlu Kurabiye Hikayesi gibi Çocuk Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.