Güneşin altın rengiyle boyadığı bir vadide, ağaçların fısıltısıyla büyüyen bir köy varmış. Bu köyün adı Işıklar köyüymüş. Her sabah kuşlar dallarda öter, rüzgâr buğday başaklarını okşar, insanlar gün doğmadan tarlalarına gider, akşamları da köy meydanında toplanıp türküler söylerlermiş.
Köyde yaşayan gençlerden biri, 17 yaşındaki Ali’ymiş. Babasıyla birlikte köyün en verimli topraklarını eker, annesiyle ev işlerinde yardımlaşır, her işin ucundan tutarmış. Gözlerinde sabır, yüzünde çalışkanlığın izleri varmış. Ama Ali’nin yüreğinde en çok yer eden şey, komşu çiftliğin kızı Elif’miş.
Elif, aynı yaştalarmış Ali’yle. İnce uzun parmaklarıyla çiçekleri okşar gibi dokunurmuş hayata. Gün boyunca keçilerini güder, yaşlı dedesine yardım eder, akşam olunca defterine şiirler yazarmış. Elif’le Ali’nin göz göze geldiği anlarda, ikisi de başlarını utangaçça eğer ama yürekleri aynı kelimeyle çarparmış: Sevgi.
Zamanla bu hisleri kelimelere dökülmüş, yazdıkları mektuplarla başlamış dostlukları. Sonra bir gün, köyün alt tarafındaki küçük derede buluşmuşlar. Ali yanına ekmek ve peynir getirmiş, Elif de taze demlenmiş ıhlamur. Dere kenarına oturmuş, birlikte hayaller kurmuşlar.
Ama bu sevdayı büyüten kalpler kadar, gölgede kalmış bakışlar da varmış. Elif’in babası, Ali’nin ailesini pek uygun görmezmiş. Ona göre kızı daha zengin bir aileye gelin gitmeli, toprağı daha çok olan biriyle yuva kurmalıymış.
Bir gün Ali cesaretini toplayıp Elif’in babasının karşısına çıkmış. Gözleri dolmuş ama dimdik durmuş:
“Ben Elif’i seviyorum. Helalinden isterim. Ailem ne varsa ortaya koyarız. Yeter ki razı olun.”
Ancak adam sert bir sesle karşılık vermiş:
“Senin sevdanla kızımı yoksulluğa mı mahkûm edeceğim? Elif’i gözümde büyütüp seninle mi küçülteceğim? Bu konu burada kapanmıştır.”
Ali, yutkunmuş ama pes etmemiş. Elif’e gerçeği anlatınca, kızın gözlerinden yaşlar süzülmüş.
“Biz yalnızca birbirimizi sevdik. Ne malın mülkün hayalini kurdum, ne de başka bir hayatın. Ama elimizden bir şey gelmiyor Ali…”
Ve o gün, köyün doğusundaki o yüksek tepede son kez oturmuşlar yan yana. Gözyaşları toprağa karışmış. Sözler sustuğunda, sadece kalpleri konuşuyormuş. Vedalaşmadan kalkıp, farklı yollara yürümüşler.
Köy halkı, o tepede ağlayan bir kız görmüş günlerce. Elif her sabah o tepeye çıkmış, sessizce yere çömelip, avuçlarını toprağa koyarak dua etmiş. Yağmur yağsa da, rüzgâr esse de oraya gidip sevdiğini hatırlamış. Ve her sabah, gözyaşları toprağa düşmüş.
Aradan aylar geçmiş. Ali, ailesiyle birlikte başka bir köye göç etmiş. Orada yeni bir hayata başlamış ama kalbinde Elif’in adı ilk günkü gibi yerli yerindeymiş. Elif ise köyde kalmış, sessiz, içine kapanık biri olmuş. Ama sabahları yine o tepeye çıkmaktan vazgeçmemiş.

Bir gün, tepeye çıkan köy çocukları, Elif’in her sabah oturduğu yerde küçük, farklı bir çiçek görmüşler. Diğer çiçeklerden çok farklıymış bu. Yaprakları sanki ışığı içine alıyor, sonra onu sedef gibi yansıtıyormuş. Bembeyaz ama içi mor çizgiliymiş. Çocuklar şaşırmış, annelerine göstermişler. Kısa sürede tüm köy bu çiçekten bahsetmeye başlamış.
Elif o çiçeği görünce, gözleri dolmuş.
“Benim gözyaşlarımın düştüğü yer… Kalbimden süzülen sevginin hatırası…” diye mırıldanmış.
Çiçek, giderek çoğalmış. Ama yalnızca o tepenin belli bir yerinde yetişirmiş. Halk bu çiçeğe “Sedef çiçeği” demeye başlamış. Çünkü yaprakları, inciler gibi sedefi andıran bir parıltıyla ışıldarmış. Zamanla bu çiçek, köyde başka anlamlar da kazanmış. Yeni evlenen çiftler bu çiçekten bir tutam getirirmiş evlerine, çünkü onun sadakati ve gerçek sevgiyi simgelediğine inanılırmış.
Elif ise yıllar boyunca o çiçeklere bakmış, içindeki duyguları çiçeklerle paylaşmış. Her çiçek, Ali ile yaşadığı bir anıyı hatırlatırmış ona. Ama hiçbir zaman kararmamış yüreği. Çünkü Elif, sevgiyi yalnızca kavuşmak değil, yürekte yaşatmak olarak öğrenmiş.
Çocuklar Elif’in yanına gelir, ona çiçeklerle ilgili sorular sorarmış. Elif de onlara hep aynı şeyi anlatırmış:
“Çocuklar, sevgi bazen yan yana olmak değildir. Bazen birini uzaktan düşünmek, onun mutlu olduğunu bilmek bile yeterlidir. Sadakat, bir çiçeğin her yıl aynı yerde açması gibidir. O yer değişse de, çiçek aynı kalır.”
Çocuklar bu sözleri yavaş yavaş anlamaya başlamış. Birbirlerine iyi davranmayı, sabretmeyi, sevgiyi sadece almaya değil, vermeye dayalı bir duygu olarak görmeyi öğrenmişler.
Yıllar geçmiş. Elif yaşlanmış. Artık yürüyemese de penceresinden o tepeyi izlemeye devam etmiş. Ve bir sabah, torunu onun yanına koşmuş:
“Babaanne! Sedef çiçeği yine açmış! Bu yıl daha da parlak görünüyor!”
Elif’in yüzüne huzurlu bir gülümseme yayılmış.
“Demek ki sevgi hâlâ yaşıyor…” demiş usulca.
Bu yüzden çocuklar, Işıklar köyüne her gittiğinizde o tepeye uğramayı unutmayın. Çünkü orada, gözyaşlarından doğan bir sevdanın, sabrın ve sadakatin izleri sedef gibi parlamaya devam eder.
Sedef Çiçeği Hikayesi de burada sona ermiş. Sedef Çiçeği Hikayesi gibi Uzun Hikayeler için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.