Gecenin sessizliği İstanbul’un sokaklarına ince bir örtü gibi serilmişti. Ezanlar çoktan susmuş, şehir uykuya dalmıştı. Gökyüzünde yıldızlar pırıl pırıl parlıyor, ay, minarelerin gölgesine huzur dolu bir ışık serpiyordu. Mahallenin dar sokaklarında uzaktan uzağa bir davul sesi yankılandı.
“Güm, güm, güm!”
Davulun tok sesi, gecenin uykulu havasını hafifçe araladı. “Sahura kalkın ey ahali! Sahura kalkın, bereketten mahrum kalmayın!” diye bir ses duyuldu. Davulcu, eski zamanlardan kalma bir gelenekle sokakları dolaşıyor, Ramazan’ın huzurunu uykulu evlerin duvarlarına vuruyordu.
Ali, rüyanın tatlı serinliğinde huzurla uyuyordu. Rüyasında yeşil kırlar, berrak dereler arasında koşuyor, yaz esintisinin saçlarını savurduğunu hissediyordu. Ancak davulun sesi, önce derinlerden bir uğultu gibi zihnine doldu, sonra yavaş yavaş gerçek dünyaya çekti onu. Derken ahşap merdivenlerden gelen hafif bir gıcırtı duyuldu.
“Ali, hadi oğlum, sahura kalkma vakti geldi.”
Annesinin sesi şefkatliydi ama Ali henüz uykunun tatlı sıcaklığından ayrılmak istemiyordu. Başını yorganın altına çekti, gözlerini sımsıkı kapadı. Ama o da biliyordu ki, annesi pes etmeyecekti. Birkaç saniye sonra annesinin elleri yumuşacık bir dokunuşla omzuna değdi.
“Hadi kuzum, bak, bu gece çok kıymetli. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sahurun bereketli olduğunu söylemiş. Kalk da birlikte oturalım sofraya.”
Ali, annesinin sözlerini duyunca gözlerini hafifçe araladı. Hâlâ biraz uykuluydu ama sahurun anlamını düşününce içini bir heyecan kapladı. Yavaşça doğrulup ayağa kalktı, odasından çıkıp koridora ilerledi. Ahşap zemin çıtırdıyordu. Mutfağa doğru yaklaşırken, içeriden gelen sıcacık ekmek kokusunu duydu.
Mutfak, loş bir ışıkla aydınlanmıştı. Babası, masanın başında elinde Kur’an-ı Kerim’le oturuyor, alçak bir sesle okuyordu. Sesindeki huzur, evin her köşesine sinmişti. Küçük kız kardeşi Zeynep ise sandalyeye oturmuş, bir yandan esniyor, bir yandan da gözlerini ovuşturuyordu.
Annesi ocakta bir şeyler hazırlıyordu. Elindeki kepçeyi hafifçe sallarken gülümseyerek Ali’ye baktı. “Bak, sıcak pidemiz bile var. Üzerine biraz tereyağı koydum, sıcacık.”
Ali masaya oturduğunda, babası elindeki Kur’an’ı kapattı ve ona sevgiyle baktı.
“Gecenin bu vakti kıymetlidir oğlum. Allah Resulü buyurmuştur ki: ‘Sahur yapınız, çünkü sahurda bereket vardır.’ Sadece karnımızı doyurmak için değil, bu vakti ibadetle geçirmek, Allah’a yakınlaşmak için de sahura kalkarız.”
Ali, babasının sözlerini dinlerken, sahurun bir zorunluluk değil, bir lütuf olduğunu hissetmeye başladı. Eskiden sadece “gece yemek yeme” olarak düşündüğü sahurun, aslında ibadetin bir parçası olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu.
Annesi, tabağına birkaç hurma koydu. “Hadi bakalım, ilk hurmanı ye. Efendimiz sahurda hurma yemeği severdi. Hem çok sağlıklı hem de oruçlu birinin bedenine şifa olur.”
Ali, hurmayı ağzına attığında tatlı bir lezzet hissetti. O an, Peygamber Efendimiz’in de bir zamanlar sahurda böyle hurma yediğini düşünerek içini bir sıcaklık kapladı.
Babası konuşmaya devam etti:
“Biliyor musun Ali, sahura kalkmak, gün boyunca sabretmeyi kolaylaştırır. Gün içinde açlık hissedince, sahurda yediklerin sana güç verir. Ama asıl önemli olan, sabrı öğrenmek. Oruç sadece aç kalmak değil, nefsini terbiye etmektir.”
Ali, başını sallayarak babasını dinledi. Oruç tutmanın sadece aç kalmak olmadığını, sabır ve şükürle ilgili olduğunu bir kez daha anlamıştı.
Masada annesi sıcak çayı doldururken, babası dua etti:
“Allah’ım, bizleri oruç tutmaya niyetli kullarından eyle, sahurun bereketini üzerimizden eksik etme.”
Ali, sahurun sadece bir yemek vakti olmadığını, aynı zamanda dualarla, sohbetlerle, huzurla dolu bir zaman dilimi olduğunu hissetti. Dışarıda sessizlik devam ediyordu ama evin içinde manevi bir coşku vardı.
Saat ilerledikçe sabah ezanı yaklaşmıştı. Ali, sahur vaktinin tadını çıkarmaya çalıştı. Yavaş yavaş tabağındaki yemekleri bitirdi, hurmasını yedi, suyunu içti. Babası son bir kez ona dönerek göz kırptı:
“Sahur bitince yatağa döneceksin belki ama unutma, sahurun huzuru insanın yüreğinde kalır. Yarın oruç tuttuğunda bu sofrayı hatırla, açlığı değil sabrı düşün.”

Ali gülümsedi. Sahura kalkmanın ne kadar güzel bir duygu olduğunu artık biliyordu. Babasının sözlerini aklına kazıdı. Gecenin bereketini, huzurunu ve sahurun gizli güzelliğini kalbinde hissetti.
Sabah ezanı yükselmeye başladığında, sahurun son yudum suyunu içti ve içinden dua etti:
“Allah’ım, orucumu hakkıyla tutmamı nasip et.”
Böylece sahur tamamlandı, ezan sesi minarelerden İstanbul’un semalarına yayıldı. Ali, yatağına dönerken, sabırsızlıkla yeni bir Ramazan gününe uyanmayı bekliyordu.
Sahurdan sonra Ali yatağına geri döndü. Başını yastığa koyar koymaz, göz kapakları kendiliğinden kapandı. Ama bu uyku diğerlerinden farklıydı. İçinde bir huzur vardı. Sahura kalkmanın mutluluğuyla uykuya dalmıştı.
Sabah olduğunda, odasına dolan gün ışığı gözlerini kamaştırdı. Uykulu gözlerle pencereye baktığında, dışarıda mahallenin yavaş yavaş hareketlendiğini gördü. İnsanlar işlerine gidiyor, çocuklar okula yetişmeye çalışıyordu. Ama Ali için bugünün anlamı daha farklıydı: İlk kez bilinçli bir şekilde sahura kalkarak oruç tutacaktı.
Hızlıca yatağından kalktı, banyoda yüzünü yıkayıp aynaya baktı. İçindeki heyecan gözlerinden okunuyordu. Annesi mutfakta kahvaltı hazırlıyordu ama bu kez Ali sofraya oturmayacaktı. Mutfağa girerken bir an duraksadı. Taze ekmek kokusu, çayın sıcak buğusu odanın içinde dönüp duruyordu. Midesi hafifçe guruldadı ama hemen kendini toparladı.
Babası gülümseyerek ona baktı. “Oruçluyken sabır da önemlidir, değil mi Ali?”
Ali başını salladı. “Evet, oruç sadece aç kalmak değil, sabretmek ve nefsimizi terbiye etmek.”
Babası başını onaylar şekilde salladı. “Aferin oğlum. Orucu anlamaya başlıyorsun.”
Ali, okula gitmek için hazırlanmaya başladı. Çantasını sırtına takarken, kardeşi Zeynep ona şaşkınlıkla baktı. “Abi, sen hiç yemek yemeden mi okula gideceksin?”
Ali hafifçe gülümsedi. “Evet, ama sahurda güzelce doyduğum için kendimi güçlü hissediyorum.”
Zeynep gözlerini kocaman açarak onu inceledi. “Bence zor olacak ama sen yaparsın.”
Ali, kardeşinin bu sözlerine gülerek karşılık verdi ve annesiyle vedalaşıp evden çıktı.
Okula vardığında, arkadaşları her zamanki gibi neşeliydi. Ancak teneffüste kantinden simit ve meyve suyu alanları gördüğünde bir an duraksadı. Koku, midesine doğru hafif bir çağrı gönderdi ama o hemen aklına sahurda babasının söylediklerini getirdi:
“Oruç tutarken açlığa değil, sabra odaklan.”
Birkaç arkadaşı Ali’nin yanına geldi. “Ali, sen kantine gelmeyecek misin?”
Ali başını iki yana salladı. “Hayır, ben oruçluyum.”
Arkadaşlarından biri kaşlarını kaldırdı. “Zor olmuyor mu?”
Ali bir an düşündü. Açlık elbette vardı ama içinde farklı bir huzur hissediyordu. “Aslında düşündüğünüz kadar zor değil. Sabredince, günün nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz bile.”
Arkadaşları Ali’ye biraz şaşkınlıkla baktılar ama sonra biri gülümseyerek, “Vay be, sen gerçekten kararlısın!” dedi.
Ali mutlu oldu. Gerçekten de, sahura kalkmanın ona verdiği güçle orucu daha bilinçli bir şekilde tutabiliyordu.
Dersler ilerledikçe zaman hızla geçti. Öğle saatlerinde biraz yorgunluk hissetti ama aklına Peygamber Efendimiz’in bir sözü geldi:
“Oruç tutan kişi, iftar anına kadar Allah’ın rızasını kazanır.”
Bu söz, Ali’ye güç verdi. Saatler ilerledikçe açlık yerini tatlı bir bekleyişe bıraktı. Gün batımına yaklaştıkça iftarın heyecanı içinde büyüyordu.
Akşam ezanına yarım saat kala Ali, eve döndü. Mutfaktan mis gibi yemek kokuları yükseliyordu. Annesi iftar sofrasını hazırlıyordu, babası ise elinde Kur’an ile oturmuş dua ediyordu. Zeynep, mutfağın kapısından kafasını uzatıp Ali’ye neşeyle baktı.
“Abi, az kaldı! Acıktın mı?”
Ali gülümsedi. “Evet ama beklemek güzel bir duygu. Oruçluyken sabretmek gerektiğini öğrendim.”
Birkaç dakika sonra herkes sofraya oturdu. İftar vakti yaklaşırken annesi hurmaları tabaklara koydu. Babası, Ali’ye dönerek, “Hadi bakalım, dualarımızı edelim,” dedi.
Ali gözlerini kapattı ve içinden dua etti:
“Allah’ım, bugünkü orucumu kabul eyle. Bize sabır ve güç ver. Açların hâlini anlamamıza vesile olan bu ibadeti layıkıyla yerine getirebilmeyi nasip et.”
O an, minarelerden yükselen akşam ezanı sesi duyuldu. Sofradaki herkes bir an sessizleşti. Babası besmele çekerek ilk hurmasını yedi, ardından Ali de hurmasını ağzına götürdü. Tatlı, yumuşak lezzet damağında yayılırken içini bir huzur kapladı.
Su bardağını eline aldı ve bir yudum içti. Suyun soğukluğu boğazından geçerken içini tarifsiz bir mutluluk sardı.
Babası tebessüm ederek konuştu:
“İşte oğlum, oruç tutmanın ne kadar güzel bir ibadet olduğunu şimdi daha iyi anlıyorsun, değil mi?”
Ali başını salladı. Gerçekten de, gün boyunca sabrederek ve sahurun bereketini hatırlayarak oruç tutmak ona bambaşka bir huzur vermişti. Açlık artık zorlayıcı bir şey değil, bir ibadet olmuştu onun için.
O gece, yatağa uzandığında, sabırsızlıkla ertesi günkü sahuru bekliyordu. Oruç, sabır ve şükrün en güzel haliydi.
Ve o, bunu artık gerçekten anlamıştı.
Ramazan, işte böyle kalplere huzur serperek geçiyordu…
Sahur Hikayesi burada sona erdi. Sahur Hikayesi gibi Dini Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.