Küçük bir Anadolu kasabasında, baharın mis gibi kokusu sokaklara yayılmış, ağaç dalları çiçek açmıştı. Evlerin avlularında çocukların sesi yankılanıyor, kapılardan gelen yemek kokuları iştah kabartıyordu. Kasabanın en güzel zamanıydı; çünkü Ramazan Bayramı’na sadece bir gün kalmıştı.
Sekiz yaşındaki Zeynep ve on yaşındaki abisi Ömer, heyecanla bayram sabahını bekliyorlardı. Anneleri Ayşe Hanım, mutfakta tatlı hazırlıyor, babaları Ahmet Bey ise bahçede bayram temizliği yapıyordu. Zeynep, elindeki fırçayla küçük bir tabureyi temizlerken babasına seslendi:
“Baba, yarın bayram, değil mi?”
Ahmet Bey, bir an durup gülümsedi. “Evet, kızım. Yarın bayram. Ama biliyor musun, bayram sadece yeni elbiseler giymek ve tatlı yemek değildir. Bayram, paylaşmanın ve sevmenin en güzel zamanıdır.”
Zeynep merakla sordu: “Paylaşmak derken neyi paylaşacağız?”
Ahmet Bey, yere oturup Zeynep’i yanına çağırdı. “Paylaşmak, sadece elimizdekileri vermek değil. Güler yüzümüzü, sevgimizi, kalbimizdeki iyiliği paylaşmaktır. Peygamber Efendimiz, komşularımızı gözetmemizi, fakirleri ve yetimleri unutmamamızı öğütlerdi. İşte bayram, bu güzel değerleri hatırlamak için bir fırsattır.”
Zeynep, babasının söylediklerini düşünürken Ömer, ellerini cebine sokmuş, bir yandan temizlenen avluyu izliyordu. “Ama baba,” dedi biraz çekingen, “biz de bayramda oyuncak ve şeker istiyoruz. Bu yanlış mı?”
Ahmet Bey, oğlunun sorusuna sevgiyle karşılık verdi. “Tabii ki değil, oğlum. Ama unutma, bayramda sadece almak değil, vermek de önemlidir. Hadi, bu bayram başka çocukların yüzünü nasıl güldürebiliriz, bunu düşünelim.”
Akşam olduğunda Zeynep ve Ömer, annelerinin hazırladığı hurmalı kurabiyeler ve cevizli baklavaları paketlemeye yardım ettiler. Ayşe Hanım, çocuklara sepetleri işaret ederek, “Bu sepetlerdeki tatlıları yarın komşularımıza götüreceğiz,” dedi.
Zeynep, küçük bir sepeti eline alarak, “Anne, bu bizim hediyemiz mi?” diye sordu.
“Evet,” dedi Ayşe Hanım. “Bayramda tatlılarımızı paylaşmak, komşuluk bağlarını güçlendirir. Ama asıl önemlisi, bu hediyeleri verirken yüreğimizdeki sevgiyi de paylaşmaktır.”
Gece ilerlediğinde Zeynep ve Ömer yataklarına yattılar, ama uyuyamıyorlardı. Zeynep, yastığa sarılmış halde abisine fısıldadı: “Ömer, yarın herkes mutlu olacak mı dersin?”
Ömer, gökyüzündeki yıldızlara bakarak cevap verdi: “Bilmiyorum ama babam haklı. Eğer birilerini mutlu edersek, biz de mutlu oluruz.”
Bayram sabahı güneş, kasabanın toprak yollarını aydınlatıyordu. Zeynep ve Ömer, erkenden kalkıp yeni bayramlıklarını giydiler. Zeynep’in mavi elbisesi ve Ömer’in ütülü gömleği, ikisini de çok heyecanlandırmıştı. Babaları, onları bayram namazına götürmek için çağırdığında, ikisi de ilk kez camiye gitmenin mutluluğunu yaşadı.
Cami, her yaştan insanla doluydu. Ömer, babasının yanına oturup namazı dikkatle izledi. Zeynep ise kadınlar bölümünde annesiyle birlikteydi. İmamın verdiği vaazda, yardımlaşmanın ve paylaşmanın önemini dinlediler. Namaz bitiminde herkes birbirine “Bayramınız mübarek olsun!” diyerek sarıldı. Zeynep, bu sıcaklığı hiç unutamayacağını düşündü.
Eve döndüklerinde, ailece hazırladıkları sepetleri alıp komşulara gitmeye başladılar. İlk durakları, mahallede yalnız yaşayan Fatma Teyze’nin eviydi. Fatma Teyze, yaşlı ve hasta olduğu için evden çıkamıyordu. Zeynep, ona tatlı dolu sepeti uzatırken, “Bayramınız mübarek olsun, Fatma Teyze!” dedi.
Fatma Teyze’nin gözleri doldu. “Allah sizden razı olsun, yavrum. Bu bayramı yalnız geçireceğim diye üzülüyordum, ama siz geldiniz.”
Ömer, biraz utangaç bir şekilde, “Sizi mutlu ettiysek, biz de çok mutlu olduk,” dedi. Fatma Teyze, onları dualarla uğurladı.

Bir sonraki durakları, babaannesinin eviydi. Babaanneleri, her bayram çocuklara küçük bir harçlık verir ve ellerini öptürürdü. Ancak bu kez Ahmet Bey, çocuklarına farklı bir şey öğütledi:
“Harçlıklarınızı biriktirip, mahalledeki yetimhaneye bir oyuncak almayı düşünür müsünüz?”
Zeynep ve Ömer, babalarına şaşkınlıkla baktılar. Ama sonra Ömer, “Evet, baba. Biz de başka çocukları sevindirelim,” dedi. Zeynep ise başını sallayarak abisini destekledi.
Bayram boyunca birçok eve gittiler, dualar aldılar, tatlılar dağıttılar. Ama günün en güzel anı, yetimhaneye gittiklerinde yaşandı. Zeynep ve Ömer, biriktirdikleri harçlıklarla aldıkları oyuncakları, yetim çocuklara hediye ettiler. Çocukların yüzündeki mutluluğu gördüklerinde, içlerini tarif edilemez bir huzur kapladı.
Yetimhanedeki çocuklardan biri, Zeynep’e sarılarak, “Bunu gerçekten bizim için mi aldınız?” diye sordu.
Zeynep, gülümseyerek, “Evet, çünkü Peygamber Efendimiz, yetimleri sevindirmemizi öğütlerdi,” dedi.
Ahmet Bey, uzaktan bu sahneyi izlerken gözleri dolmuştu. Çocuklarına sevgiyi, paylaşmayı ve iyiliği aşılayabilmiş olmanın mutluluğunu yaşıyordu.
O akşam, ailece sofraya oturduklarında herkes çok mutluydu. Ayşe Hanım, çocuklarına bakarak, “Bugün sadece tatlı dağıtmadık. Sevgi dağıttık, umut dağıttık,” dedi.
Zeynep, başını sallayarak annesine katıldı. “Anne, paylaşmak ne güzel bir şeymiş. Sanırım bayramın en güzel yanı bu.”
Ömer ise gülümseyerek ekledi: “Evet, artık bayram benim için şekerden daha fazlası. Başka çocukları mutlu etmek, en güzel bayram hediyesi.”
Ahmet Bey, başını kaldırıp gökyüzüne baktı. “Rabbim,” dedi sessizce, “bize her bayram, bu huzuru ve sevgiyi yaşat.”
Ve o gece, Zeynep ve Ömer, ilk defa hayatın en büyük hediyesinin vermek olduğunu anladılar. Bayram, onlar için sadece tatlı ve yeni elbiseden ibaret değil, sevgi ve iyiliğin bir sembolü olmuştu.
Ramazan Bayramı Hikayesi burada sona erdi. Ramazan Bayramı Hikayesi gibi Dini Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.