Uzak diyarlarda, büyük ormanlarla çevrili görkemli bir krallık varmış. Bu krallığın nazik ve merhametli bir prensesi bulunuyormuş. Ona herkes “Pamuk Prenses” dermiş çünkü teni kar gibi beyaz, saçları gece kadar siyah, yanakları ise gül yaprakları gibi pembe renkteymiş.
Pamuk Prenses, henüz çok küçükken annesini kaybetmiş. Babası, onun üzülmemesi için uzun yıllar boyunca ona hem anne hem baba olmuş. Ancak zamanla, krallığın düzeni için yeniden evlenmesi gerektiğine karar vermiş. Böylece ülkenin en güzel kadınlarından biri olan kraliçe, saraya gelin gelmiş. Bu kadın, gerçekten de olağanüstü güzelmiş ama kalbi taş kadar sertmiş.
Kraliçe, güzelliğine düşkün, kibirli ve kıskanç biriymiş. Saraydaki herkesin ona hayran olmasını istiyor, kendisinin en güzel ve en güçlü kişi olduğunu bilmek istiyormuş. Her gün büyülü aynasına bakarak, “Ayna, ayna, söyle bana, bu dünyada benden daha güzeli var mı?” diye sorarmış.
Ayna her seferinde ona, “Dünyanın en güzel kadını sensin, kraliçem,” derken bir gün yanıt değişmiş:
“Kraliçem, sen güzelsin ama Pamuk Prenses senden daha güzel.”
Bu sözleri duyunca kraliçenin gözleri öfkeyle parlamış. Yumruklarını sıkmış ve aynaya bir kez daha sormuş, ama cevap değişmemiş. O günden sonra Pamuk Prenses’e olan nefreti daha da artmış.
Kötü niyetli planını uygulamak için en güvenilir avcısını yanına çağırmış.
“Pamuk Prenses’i ormana götür,” demiş, “ve bir daha geri dönmemesini sağla. Yoksa bunun bedelini sen ödersin.”
Avcı, bu emri almak istemese de kraliçenin hışmına uğramaktan korkmuş. Ertesi gün Pamuk Prenses’e yaklaşmış ve ona ormanda güzel bir sürpriz göstereceğini söylemiş. Pamuk Prenses, babası uzakta olduğu için üvey annesiyle yalnız kalmaktan sıkılmış, biraz nefes almak istemiş. Bu yüzden avcıya güvenerek onun peşinden gitmiş.
Ormanın içine doğru ilerlediklerinde, ağaçlar giderek daha sık hale gelmiş, güneş ışığı neredeyse yok olmuş. Derin bir sessizlik çökmüş. Pamuk Prenses’in içine bir huzursuzluk düşmüş ama sesini çıkarmamış.
Sonunda avcı duraksamış, yüzü asılmış, elleri titremiş. Pamuk Prenses, onun gözlerindeki tereddüdü fark edince bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamış.
“Ne oldu?” diye sormuş, ama avcı cevap verememiş.
Bir süre sonra derin bir nefes almış ve dizlerinin üzerine çökerek, “Bağışla beni, prensesim. Sana zarar veremem!” demiş. “Kaç, ormanda saklan. Eğer seni burada bulurlarsa çok kötü olur. Kraliçenin niyeti iyi değil.”
Pamuk Prenses neye uğradığını şaşırmış. Üvey annesinin kendisini sevmediğini biliyormuş ama bu kadar ileri gideceğini düşünmemiş. Gözleri dolmuş ama ağlamamış.
Hızla ormanın derinliklerine doğru koşmaya başlamış. Ayakkabıları çamura batmış, elbisesi dikenlere takılmış, saçlarına kuru yapraklar karışmış. Karnı acıkmış, ayakları yorulmuş ama durmamış. Gece olup hava karardığında, artık nereye gittiğini bile bilmiyormuş.
Tam pes edecekken, uzakta küçük bir ışık görmüş. O ışık, minicik bir kulübenin penceresinden geliyormuş. Yavaşça yaklaşmış, kapıyı çalmış ama içeriden kimse cevap vermemiş. Kapı aralık olduğu için içeri girip bir köşeye oturmuş. Çok yorgun olduğu için oracıkta uyuyakalmış.
Bir süre sonra kulübenin sahipleri gelmiş. Bunlar, madende çalışan yedi işçiymiş. Onu görünce şaşırmışlar ama Pamuk Prenses’in hikâyesini dinleyince ona acımışlar. “Burada kalabilirsin, ama bizimle yaşamayı kabul edersen bazı kurallara uyman gerek,” demişler.

Pamuk Prenses, onlara yardım etmeye başlamış. Kulübeyi temizlemiş, yemek yapmış, hatta bazen madene gidip işçilerin yanına yiyecek taşımış. Günler geçtikçe dost olmuşlar. Pamuk Prenses, ilk kez gerçekten sevildiğini hissetmiş.
Bu sırada, kraliçe Pamuk Prenses’in hâlâ hayatta olduğunu öğrenmiş. Kendisini tehdit olarak gördüğü için onu tamamen ortadan kaldırmaya karar vermiş. Kılık değiştirip ormana gitmiş ve Pamuk Prenses’e zehirli bir elma uzatarak onu kandırmış. Pamuk Prenses, elmayı ısırır ısırmaz yere yığılmış.
Akşam işten dönen yedi dostu onu yerde hareketsiz bulmuş. Ne yapacaklarını bilememişler. Günlerce başında beklemişler ama Pamuk Prenses uyanmamış. Sonunda onu bir cam tabuta koyup en yüksek tepeye yerleştirmişler.
Günler sonra, yakındaki bir krallığın prensi ormandan geçerken bu hüzünlü manzarayı görmüş. Pamuk Prenses’in güzelliği kadar masumiyeti de onu etkilemiş. Ona yaklaştığında, işçiler ona olanları anlatmış. Prens, üzüntüyle tabutun kapağını açmış. Tam o sırada Pamuk Prenses’in boğazına takılan elmanın bir parçası hareket etmiş ve genç kız aniden öksürerek uyanmış.
Herkes sevinçle ona sarılmış. Prens ve Pamuk Prenses, uzun uzun konuşmuşlar. Prens, ona sarayında mutlu bir hayat sunmayı teklif etmiş. Ancak Pamuk Prenses, önce kendisine kötülük yapan insanlarla yüzleşmesi gerektiğini söylemiş.
Sarayına döndüğünde, üvey annesi olanları duyunca korkudan kaçmaya çalışmış ama halk, onun adaletten kaçamayacağını anlamış. Kraliçe tahttan indirilmiş ve krallık, artık Pamuk Prenses ve onun adaletli yönetimiyle yönetilmiş.
Ve böylece Pamuk Prenses, cesareti ve iyiliği sayesinde hem kendi hayatını hem de başkalarının hayatını değiştirmiş. Gerçek güzelliğin kalpte saklı olduğunu öğrenmiş ve asıl değerli olanın dış görünüş değil, sevgi ve dostluk olduğunu herkese göstermiş.
Ve sonsuza kadar mutlu yaşamışlar…
Pamuk Prenses Hikayesi burada sona ermiş. Pamuk Prenses Hikayesi gibi Çocuk Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.