Yazın en sıcak günlerinden biriydi. Güneş, gökyüzünde yavaşça eğiliyor, gölün yüzeyinde altın sarısı yansımalar bırakıyordu. Rüzgar, göl kıyısındaki söğüt dallarını hafifçe sallarken, serinliğiyle çimenleri okşuyor, toprağa sinmiş sıcağı biraz olsun dağıtıyordu. Evlerin bacalarından yükselen incecik dumanlar, yaklaşan iftar saatinin habercisi gibiydi.
Yedi yaşındaki Mustafa, bu güzel akşamüstünde nedense eskisi kadar neşeli değildi. Her zaman koşa koşa oynadığı bahçenin köşesine çekilmiş, göl kıyısındaki taş bankta tek başına oturuyordu. Elinde küçük bir taş vardı, zaman zaman onu avuçlayıp yeniden yere bırakıyor, suya bakıyor, sonra dalgın gözlerle uzaklara dalıyordu.
Evin mutfağından mercimek çorbasının kokusu yayılıyordu. İçeride annesi Zeynep Hanım, bir yandan iftara hazırlık yapıyor, bir yandan da pencereden oğlunu gözlüyordu. Tenceredeki tahta kaşığı yavaşça bıraktı, ellerini kurulayarak dışarı çıktı. Oğlunun yanına otururken eteği çimlere değdi, serinliği teninden geçti.
— “Mustafacığım…” dedi annesi yumuşak bir sesle. “Bugün pek sessizsin. Neyin var?”
Mustafa, gözlerini annesine değil de göle çevirdi. Su üstünde gezinen ördekleri izlerken konuştu:
— “Anne, bugün okulda öğretmenimiz Ramazan ayından bahsetti. Herkes heyecanlıydı. Hatta Ali tam bir gün oruç tutmuş, Ayşe de öğlene kadar… Ama ben bir şeyleri anlayamadım galiba.”
Zeynep Hanım hafifçe gülümsedi. Oğlunun kafasının karıştığını biliyordu ama bunun onun için bir öğrenme kapısı olduğunu da hissediyordu.
— “Neyi anlayamadın, canım oğlum?”
Mustafa, dudaklarını bükerek yere küçük bir taş daha attı. Taş suya çarpınca küçük halkalar oluştu.
— “Oruç neden tutuluyor anne? Allah neden istiyor ki aç kalmamızı? Susamak, acıkmak… Zor şeyler değil mi? Hem sen bazen başın ağrıyor ya, o zaman bile tutuyorsun. Bu zor şeyi neden yapıyoruz ki?”
Zeynep Hanım başını hafifçe salladı. Bu tür sorular, bir çocuğun dünyayı anlama çabasıydı ve cevabı da kalpten verilmeliydi. Sessizce söğüt ağacının gölgesine baktı, sonra tekrar oğluna döndü:
— “Mustafa, geçen hafta Mehmet Amca’ya ekmek götürdüğümüzde ne olmuştu, hatırlıyor musun?”
Mustafa başını hafifçe kaldırdı.
— “Hatırlıyorum… Kapıyı açınca çok şaşırmıştı. ‘Allah sizden razı olsun’ demişti. Elini tutarken gözleri dolmuştu…”
— “Peki sen ne hissettin o an?”

— “Karnı aç birine yardım etmek güzel geldi. Sanki içimde bir sıcaklık oldu. Ama biraz da utanmıştım. Çünkü ben o sırada tok olduğumu fark ettim. Onun halini tam anlayamamışım gibi geldi.”
Zeynep Hanım, işte tam da bu cevabı bekliyordu.
— “Oruç da bize işte tam bunu hissettirmek için var. Aç kaldığında, susadığında, aklına sadece kendi değil, başkalarının da geldiğinde… İşte o zaman kalbin büyür. Allah oruçla sadece midemizi değil, kalbimizi de eğitir. Bize sabretmeyi, paylaşmayı, empatiyi öğretir. Bir ekmeğin kıymetini, bir yudum suyun değerini en iyi oruçluyken anlarız.”
Mustafa sustu. Göl kenarında hafifçe esen rüzgar saçlarını karıştırdı. Düşünüyordu. Başını eğdi, küçük bir karıncanın taşıdığı ekmeğin kırıntısını izledi.
— “Ama ben küçük olduğum için tutamıyorum. O zaman ben nasıl anlayacağım anne?” dedi, sesi biraz buruk.
Annesi, oğlunun omzuna nazikçe dokundu.
— “Küçük olmak anlamayacağın anlamına gelmez. Sen bugün istersen iftara kadar dayanabilirsin. Bu bile senin için çok kıymetli bir adım. Ama asıl anlamak için kalbini açman gerek. Ve sana bugün bunun için güzel bir fırsat sunacağım.”
Mustafa gözlerini kocaman açtı.
— “Nasıl bir fırsat?”
Zeynep Hanım göz kırptı.
— “Bu akşam köy meydanındaki iftar sofrasına birlikte gideceğiz. Herkes orada olacak. Fakiri, zengini, yaşlısı, çocuğu… Aynı sofrada oturacağız. Dualar edeceğiz. Ve sen o sofrada sadece yemek yemeyeceksin. Paylaşmayı, beklemeyi, birlikte olmayı hissedeceksin.”
Mustafa’nın gözleri bir anda parladı. Büyük sofraları, herkesin birlikte iftar yaptığı o kalabalık sofraları hep uzaktan izlemişti. Şimdi orada olacak olmak içini heyecanla doldurdu.
— “O zaman hemen gidip üzerimi değiştireyim!” diye sevinçle fırladı yerinden.
Zeynep Hanım, oğlu uzaklaşırken gökyüzüne baktı. Güneş, minarelerin arkasına doğru saklanıyordu. Uzakta bir yerde iftar topunun sesi duyuldu. İçinden şöyle dedi:
“Ey Rabbim… Bu küçük yüreğe, senin rızanı, sabrını, sevgini öğretmemize yardım et…”
Göl kıyısında söğütler hışırdarken, o akşam sadece sofralar değil, bir küçük kalp de iftar için hazırlanıyordu.
Neden Oruç Tutuyoruz Hikayesi burada sona erdi. Neden Oruç Tutuyoruz Hikayesi gibi Dini Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.