Avustralya’nın kuzeyinde, göz alabildiğine uzanan yemyeşil bir orman vardı. Bu orman, devasa okaliptüs ağaçlarıyla kaplıydı ve gövdeleri yılların izlerini taşıyordu.
Sabahın erken saatlerinde, güneşin ilk ışıkları ağaçların arasından süzülerek toprağın üzerine altın sarısı lekeler bırakıyordu. Hafif bir esinti yaprakları nazikçe sallıyor, dalların arasında saklanan kuşlar cıvıltılarla yeni günü karşılıyordu.
Ormanın derinliklerinde, gökyüzüne uzanan dallara sıkı sıkıya tutunmuş koalalar hâlâ uykudaydı. Koalalar, günün büyük bir bölümünü uyuyarak geçirirdi.
Ancak geceleri hava biraz serinleyince, ağır hareketlerle uyanır, yavaşça en sevdikleri okaliptüs yapraklarını kemirirlerdi. Ormanın bu bölgesi sakin ve huzurluydu. Burada, her şey doğanın kendi kurallarına göre ilerliyordu.
Ancak, ormanın kıyısına yakın küçük kasaba için bu sabah sıradan bir sabah değildi.
Kasabanın en hareketli noktalarından biri Sam’in Fırınıydı. Sam, yıllardır bu fırını işletiyor, her sabah gün doğmadan önce kalkarak kasaba halkı için taze ekmekler, kurabiyeler ve kekler hazırlıyordu. Fırın, kasabanın tam merkezinde değil, biraz daha ormana yakın bir noktadaydı. Burası Sam’in en sevdiği yerlerden biriydi. Çünkü sabah erkenden fırınına geldiğinde, önündeki küçük verandaya oturup kahvesini içerken doğayı izleyebiliyordu.
Her sabah olduğu gibi, Sam o gün de erkenden uyandı. Üzerine rahat kıyafetlerini geçirdi, fırına gitmek için dışarı çıktı. Sokaklar henüz boştu, etrafta yalnızca birkaç karga ve uzakta sıçrayarak geçen bir kanguru vardı. Kasabanın uykulu sessizliği içinde, fırınına doğru yürüdü.
Ancak fırının kapısına yaklaştığında bir tuhaflık fark etti.
Kapı… hafifçe aralıktı.
Sam, kaşlarını çattı. Kapısını kilitlemeden çıktığını sanmıyordu. Onca yıldır, fırınını kapatmadan ayrıldığı tek bir gün bile olmamıştı. Elini kapıya uzattı ve yavaşça itti. Kapı hafifçe gıcırdayarak açıldı. İçeri adım attığında, içini garip bir his kapladı.
Hemen raflara göz gezdirdi. O anda fark etti ki… bir şeyler eksikti.
Bazı ekmekler kaybolmuştu.
Bütün gün boyunca yoğun çalışan Sam, hangi ekmeğin nerede durduğunu ezbere bilirdi. Ve şimdi, tezgâhın üzerindeki boşluklar, dün akşam orada duran ekmeklerin artık yerinde olmadığını gösteriyordu.
Kasada bir eksiklik yoktu. Para yerli yerindeydi. İçeride kırılmış bir cam, devrilmiş bir raf da yoktu. Eğer biri buraya girmişse, yalnızca ekmekleri alıp gitmişti.
Sam’in dikkati fırının girişine yöneldi. Hafif nemli zeminde, belli belirsiz izler vardı. Küçük, yuvarlak uçlu parmak izleri…
İçini merakla karışık bir huzursuzluk kapladı.
Kim, ya da ne, buraya gelmişti?
Sam, fırının girişinde gördüğü parmak izlerine yakından bakmak için eğildi. Zeminde nemden dolayı hafifçe belirginleşmiş küçük, yuvarlak uçlu izler vardı. İnsan eline benziyordu ama bir tuhaflık vardı. İzler fazla küçük ve neredeyse muntazamdı.

Sam, izleri daha net görebilmek için biraz daha yaklaştı. Elini cebine attı ve küçük bir el feneri çıkardı. Işığı dikkatlice izlerin üzerine tuttuğunda, daha da belirginleştiler. Parmak uçlarının izleri, tıpkı bir insanın bıraktığı gibi yuvarlak ve buruşuk hatlara sahipti.
Ancak Sam’in kafasını kurcalayan bir şey vardı. Kasabada çocuklar vardı elbette ama bu izler, bir çocuğa bile fazla küçük görünüyordu. Üstelik, kim bir fırına gelip sadece birkaç ekmek alır ve başka hiçbir şeye dokunmazdı?
Biraz duraksadıktan sonra, kasabanın güvenlik görevlisi olan Mike’i çağırmaya karar verdi. Telefonunu çıkarıp numarayı çevirdi. Kısa bir süre sonra Mike, mavi üniformasıyla fırının önünde belirdi.
“Hayırdır Sam? Sabah sabah pek de mutlu görünmüyorsun,” dedi Mike, ellerini cebine sokarak.
Sam, fırının kapısını göstererek konuştu. “Bu sabah geldiğimde kapı aralıktı. İçeri girdim ve birkaç ekmeğin eksik olduğunu fark ettim. Kasa olduğu gibi duruyor, camlar sağlam… Ama en ilginç olan şu,” diyerek girişin önündeki izleri işaret etti.
Mike, kaşlarını çattı ve dikkatlice eğildi. Parmağını çenesine götürüp düşündü. “Parmak izine benziyor,” dedi yavaşça. “Ama fazla küçük…”
Mike, cebinden telefonunu çıkardı ve izlerin birkaç fotoğrafını çekti. Sonra eldivenlerini takarak, parmak izlerini daha yakından inceledi. Birkaç adım geriye çekilip raflara ve fırının geri kalanına göz gezdirdi.
“Buraya giren kişi ya da şey, ne yaptığını biliyor gibi,” dedi. “Ne cam kırılmış ne de etrafa zarar verilmiş. Direkt olarak ekmekleri alıp gitmiş.”
Sam başını salladı. “Ama insan eli gibi duran bu kadar küçük izleri olan biri olamaz, değil mi?”
Mike, telefonundaki fotoğraflara bir kez daha baktı ve sonra yüzünde şaşkın bir ifadeyle Sam’e döndü. “Aslında, bu ilk kez yaşanmıyor.”
Sam merakla kaşlarını kaldırdı. “Ne demek istiyorsun?”
Mike, telefonu cebine koyarken konuştu. “Birkaç yıl önce, Avustralya’nın başka bir bölgesinde benzer bir olay yaşanmış. Bir markete hırsız girdiği düşünülmüş ama incelenen parmak izleri çok küçük çıkmış. Önce çocuk olduğu sanılmış ama daha sonra yapılan detaylı incelemede, bu izlerin aslında bir hayvana ait olduğu ortaya çıkmış.”
Sam’in gözleri büyüdü. “Bir hayvan mı?”
Mike, başını salladı. “Evet. Olayı araştıran uzmanlar, bu izlerin bir koalaya ait olduğunu anlamışlar.”
Sam şaşkınlık içinde yere baktı. “Yani, demek istiyorsun ki… Bu izler de bir koalanın mı?”
Mike omuz silkti. “Henüz kesin değil ama elimizdeki verilere bakarsak, oldukça olası.”
Bu bilgi, Sam’in kafasındaki soruları daha da artırdı. Bir koala neden fırınına girsin ki? Koalalar genellikle yüksek ağaçlarda yaşar ve neredeyse sadece okaliptüs yaprakları yerdi. Bir koalanın ekmek yemesi duyulmuş bir şey değildi.
“Peki… Eğer bu gerçekten bir koalaya aitse, neden ekmekleri aldı?” diye sordu Sam.
Mike düşünceli bir ifadeyle cevap verdi. “Belki aç kaldı? Belki yaşadığı bölgedeki yiyecek miktarı azaldı ve yeni bir besin kaynağı arıyordu? Ya da belki sadece kokusunu merak etti?”
Sam, bir an duraksadı ve başını salladı. “Bu izlerin gerçekten bir koalaya ait olup olmadığını anlamamız gerek. Fırının arkasındaki kamera kayıtlarına bakalım.”
Mike, bu fikri onayladı ve birlikte fırının arkasına yöneldiler. Sam, küçük güvenlik kamerasının ekranını açarak gece boyunca kaydedilen görüntüleri izlemeye başladı.
Ve sonra, ekrana dikkatle baktığında, gözlerine inanamadı.
Gecenin karanlığında, fırının girişine yaklaşan tüylü bir figür vardı. Yavaş hareket ediyor, ağır adımlarla içeri süzülüyordu. Bir süre kapıyı itti, sonra ön patileriyle fırının tezgâhına dokundu. Rafların üzerine çıktı ve hızla birkaç ekmek kaptı.
Sam, kayıtlara daha yakından bakınca, bu küçük hırsızın ne olduğunu açıkça gördü.
Bu bir insan değildi.
Bu, büyük parlak gözleriyle bir koalaydı.
Sam, Mike’a döndü ve gülümseyerek başını salladı. “Sanırım hırsızımızı bulduk.”
Sam ve Mike, ekranın karşısında sessizce durarak kaydı izlemeye devam ettiler. Küçük tüylü yaratık, ekmekleri dikkatlice kavrayıp göğsüne sıkıştırdıktan sonra aynı ağır hareketlerle geriye döndü. Açık kalan kapıyı burnuyla hafifçe itti ve yavaşça dışarı süzüldü.
“Vay canına…” diye mırıldandı Sam. “Gerçekten de bir koala.”
Mike derin bir nefes aldı. “Evet ama hâlâ aklımda bir soru var. Neden ekmek aldı? Koalalar ekmek yemez, onlar okaliptüs yaprakları yer.”
Sam bir an düşündü. “Belki de yiyecek bulmakta zorlanıyordur. Ormandaki okaliptüs ağaçlarında yeterince yaprak kalmadıysa, yeni besin kaynakları denemek zorunda kalmış olabilir.”
Mike başını salladı. “Bu hiç mantıksız değil. Son zamanlarda yağış azaldı, belki de yaşadığı ağaçta yeterince yaprak yoktu. Ama kesin emin olmak için onu izlemeliyiz.”
Sam, bu gizemli koalanın tekrar gelip gelmeyeceğini görmek için bir plan yapmaya karar verdi. O gece, fırının önüne küçük bir kamera yerleştirdi ve yakındaki bir ağacın altına taze okaliptüs yaprakları bıraktı. Eğer gerçekten aç kalmışsa, ekmek yerine doğal besinini bulmasını sağlayabilirdi.
Ertesi sabah, Sam kayıtlara göz attığında beklediği sahneyle karşılaştı.
Koala yine fırına yaklaşmıştı, ancak bu kez ekmek raflarına yönelmeden önce ağacın altındaki yaprakları fark etti. Önce duraksadı, sonra ağır hareketlerle sepete yaklaştı. Burnunu uzatarak yaprakları kokladı ve ardından yavaşça çiğnemeye başladı. Birkaç dakika boyunca büyük bir iştahla yaprakları yedi, sonra da sessizce uzaklaştı.
Sam ekrana bakarken gülümsedi. “Sanırım işe yaradı.”
O günden sonra Sam, fırının yanına her sabah taze okaliptüs yaprakları koydu. Küçük koala artık fırına girmiyor, onun için bırakılan doğal besinleri tercih ediyordu. Kasaba halkı da bu olayı duyunca büyük ilgi gösterdi. Çoğu insan, doğayla iç içe yaşamanın bazen beklenmedik sürprizler barındırdığını fark etti.
Bir sabah, Sam verandasında kahvesini içerken göz ucuyla bir hareket fark etti. Başını kaldırıp ağaçlara baktığında, tanıdık bir siluet gördü. Küçük tüylü ziyaretçi, yüksek bir dalda oturuyor, ona bakıyordu. Birkaç saniye boyunca hareketsiz durdu, sonra sanki teşekkür eder gibi başını hafifçe eğdi ve yapraklarını çiğnemeye devam etti.
Sam, gülümseyerek kahvesinden bir yudum aldı.
“Sen de her zaman burada hoş geldin, küçük dostum.”
Ve böylece, doğanın gizemlerinden biri daha çözülmüş oldu. Ancak Sam biliyordu ki, orman her zaman yeni hikâyelerle doluydu ve doğayla iç içe yaşayanlar, her gün yeni bir şey öğrenebilirdi.
Minik Hırsız Hikayesi burada sona ermiş. Minik Hırsız Hikayesi gibi Eğitici Hikayeler için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.
