Bir zamanlar, çizim yapmayı çok seven, hayalleri evlerin çatısına kadar uzanan bir kız çocuğu varmış. Adı Eylül’müş.
Eylül henüz yedi yaşındaymış ama defterlerinde onlarca farklı pencere şekli, çiçekli balkonlar, kavisli merdivenler varmış. Her çizdiği evin bir hikâyesi olurmuş: “Bu ev deniz kenarında,” dermiş bazen. “Bu evin çardağında kitap okunur.” Ya da “Bu evin tavanı cam, yıldızlar görünür.”
En çok da akşamları çizim yapmayı severmiş Eylül. Dışarıdan gelen kuş sesleri, mutfaktan yayılan yemek kokuları arasında odasına çekilir, bir masa lambası eşliğinde hayallerini kalemle yakalarmış. İçine girmediği bir evin planını yapmazmış. Gözlerini kapatıp, önce o evin içinde gezinirmiş. Sonra birden gözlerini açar, “Tamam!” der ve çizmeye başlarmış.
Bir gün annesi, babasıyla konuşurken şöyle demiş:
“Mutfağın duvarları çatlamaya başlamış, hem ışık da yetmiyor. Tadilat şart gibi görünüyor.”
Babası başını sallamış:
“Ben de aynı şeyi düşündüm. Bu iş için iyi bir mimarlık ofisine gitmeliyiz.”
O anda Eylül’ün kalbi bir kuş gibi çırpınmaya başlamış.
“Mimarlık ofisi mi?” diye sormuş gözleri parlayarak.
“Gerçek mimarlar mı?”
Annesi gülümsemiş, elini Eylül’ün başına koymuş:
“Evet tatlım. Hem belki seninle birlikte geliriz. Ne dersin?”
Eylül o akşam hiç uyuyamamış.
Yatağında bir sağa dönmüş bir sola.
“Mimarlar nasıl çalışır acaba?”
“Gerçekten çizdikleri evler yapılıyor mu?”
“Ben de bir gün onların yanında olabilir miyim?”
Sabah olduğunda Eylül heyecandan karnı bile guruldamamış. Kahvaltıda yarım ekmek yedikten sonra hemen çantasını hazırlamış. Defterini, renkli kalemlerini ve minik cetvelini bile yanına almış. Belki kullanmasına izin verirler diye umut etmiş.
Arabaya binip ofise doğru yola çıkmışlar. Camdan dışarı bakarken, yoldaki binaları dikkatle incelemiş. Bazılarının pencereleri yamukmuş, bazılarınınsa balkonları çok küçük.
“Ben olsam daha kullanışlı yapardım,” demiş içinden.
Mimarlık ofisine vardıklarında Eylül’ün gözleri parlamış. Camdan yapılmış büyük kapılar, içeri sızan gün ışığı ve duvarda asılı kocaman çizimler… Hepsi büyüleyiciymiş.
Kapıdan içeri girince ince yapılı, gözlük takan güleryüzlü bir kadın karşılamış onları.
“Hoş geldiniz. Ben Mimar Sedef. Buyurun, sizi bekliyorduk.”
Annesi ve babası oturup mutfakla ilgili konuşmaya başlarken, Eylül etrafı incelemeye koyulmuş. Raflarda düzenli dizilmiş renkli kalem kutuları, maketler, bilgisayar ekranlarında dönen üç boyutlu yapılar… Her şey ama her şey ilgisini çekmiş.
Bir süre sonra Mimar Sedef, Eylül’ün yanına gelip diz çökmüş:
“Bana biraz hayallerinden bahsetmek ister misin?” demiş.
Eylül gülerek başını sallamış:
“Ben büyüyünce mimar olmak istiyorum!”
Bu cümle Mimar Sedef’in yüzünü daha da aydınlatmış.
“Ne güzel! O zaman istersen bugün bizimle biraz vakit geçirebilirsin. Belki sana ofisi gezdiririm. Hatta bir minik proje bile yaparız birlikte?”

Eylül sevinçle ayağa fırlamış.
“Gerçekten mi? Çok isterim!”
Önce maketlerin olduğu bölüme gitmişler. Orada kartonla yapılmış küçük evler, parklar, bahçeler varmış. Sedef ona her maketin arkasındaki fikri anlatmış:
“Bu ev, güneşi doğrudan alacak şekilde tasarlandı.”
“Bu apartmanda ise her dairenin balkonundan ağaç görünüyor.”
Sonra bilgisayarların olduğu alana geçmişler. Büyük ekranlarda çizilen evler, gerçeğe çok benzeyen resimlere dönüşüyormuş. Güneş ışığının evin içine nasıl girdiğini bile gösterebiliyormuş programlar.
Eylül’ün gözleri bir bilgisayar ekranına takılmış. Orada bir mutfak modeli varmış. Beyaz dolaplar, yeşil raflar, sarı sandalyeler…
“Bu bizim mutfağa benziyor!” demiş gülerek.
Mimar Sedef de tebessüm etmiş.
“Burası sizin mutfağınız Eylül. Az önce çizdim.”
Eylül, heyecanla çantasından defterini çıkarmış.
“Ben de bir şey çizebilir miyim? Bir fikir geldi aklıma.”
Sedef başını sallamış:
“Elbette. Bakalım nasıl bir şey düşündün?”
Eylül küçük elleriyle kalemini tutmuş. Önce bir dikdörtgen çizmiş.
“Bu bizim mutfağın masa bölümü. Ama ben bu masanın bir kenarını raf gibi düşünmek istiyorum. Üstüne çiçek saksıları konulsun. Altına da kitaplar dizilsin. Çünkü annem yemek yaparken tarif kitaplarına bakıyor.”
Sonra pencereyi çizmiş.
“Pencerenin kenarına minik bir oturma köşesi yapılabilir. Minderli olsun. Ben oraya oturup çorba kokuları eşliğinde kitap okuyabilirim.”
Sedef büyük bir dikkatle dinlemiş.
“Bu gerçekten çok işlevsel bir fikir Eylül. Aynı alanda hem oturulabilir hem de kitaplık olur. Harika düşünmüşsün!”
Eylül gözlerini kocaman açmış.
“Gerçekten mi? Yani bu fikir işe yarar mı?”
Sedef başını sallamış.
“Kesinlikle. Hatta istersen bu fikrini biraz daha geliştirebiliriz. Sen çizmeye devam et, ben de sana yardımcı olayım.”
O gün Eylül saatlerce mimarlık ofisinde kalmış. Bilgisayarda tasarımların nasıl yapıldığını izlemiş, kalemle planlar çizmiş, maketlere dokunmuş. Hatta sonunda kendi fikirlerini bir sunum kağıdına geçirmişler. Sedef, o kağıdı Eylül’e hediye etmiş.
“Bu senin ilk mimari tasarımın. İleride ünlü bir mimar olduğunda buna bakıp ilk gününü hatırlarsın,” demiş.
Eylül o akşam ofisten çıktığında yürürken bile havada gibiydi.
Annesi ve babası ona bakıp gülmüşler.
“Çok mutlu görünüyorsun,” demiş babası.
Eylül başını dik tutup şöyle demiş:
“Evet, çünkü artık biliyorum. Ben mimar olacağım. Gerçekten olacağım.”
O gece yatağına uzandığında defteri göğsünde duruyormuş.
Kafasının içinde yeşil balkonlar, cam tavanlar, içi çiçekli raflar varmış.
Bir rüzgâr esmiş pencereden içeri.
Eylül gözlerini kapamış ve usulca fısıldamış:
“Her evin bir ruhu vardır. Ve ben o ruhu çizen kişi olacağım…”
Ve işte böyle…
Eylül’ün içinde yeşeren mimarlık hayali, bir günlüğüne gerçek olmuş.
Ama o gün, bir ömür sürecek bir karara dönüşmüş.
Kimi zaman bir pencere hayal kurdurur, kimi zaman bir masa hayalleri taşır.
Ve bazen bir çocuk, büyük hayallerin ilk çizgisini küçücük bir kalemle atar.
Eylül, o gece yıldızlarla dolu bir düşte, kendi tasarladığı evin penceresinden gökyüzünü seyrederken uyuyakalmış…
Mimar Olmak İstiyorum Hikayesi de burada sona ermiş. Mimar Olmak İstiyorum Hikayesi gibi Uzun Hikayeler için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.