Geniş bir ormanın kıyısında, yaşlı meşe ağaçlarıyla çevrili kocaman bir çınar yükseliyordu. Yıllar boyunca rüzgâra, yağmura ve kışın sert soğuğuna direnen bu görkemli ağaç, ormanın en güvenli yuvalarına ev sahipliği yapıyordu. Dalları yukarıya, bulutlara doğru uzanırken, gövdesi yerin derinliklerine kadar kök salmıştı.
İşte, bu ulu çınarın en yüksek dallarından birinde, dikkatlice örülmüş bir serçe yuvası vardı. İncecik sarı otlar ve yumuşak tüylerle kaplı bu yuva, içinde dört küçük serçe yavrusunu barındırıyordu. Tüyleri hâlâ tam çıkmamış, gagaları henüz tam sertleşmemiş bu yavrular, anne ve babalarının getirdiği yiyeceklerle her geçen gün büyüyorlardı.
Bu yavruların en küçüğü, kahverengi tüylerinin arasında belli belirsiz mavimsi bir parıltı taşıyan bir serçeydi. Onun adı Mavi idi. Mavi, diğer kardeşleri gibi güçlü kanatlara sahip değildi. Kardeşleri gün boyu yuvanın kenarına tırmanıp kanatlarını açarken, o hep geride kalır, içini korkuyla dolduran düşüncelere kapılırdı.
Mavi’nin en büyük korkusu uçmaktı.
Gök, ona sonsuz ve tehlikeli görünüyordu. Yükseklik onu ürpertiyor, rüzgârın sesi bile içini titretmeye yetiyordu. Anne ve babası her gün uçmanın ne kadar güzel bir şey olduğunu anlatırken, Mavi sadece başını sallıyor, ama yuvanın kenarına bile yaklaşmaya cesaret edemiyordu.
Bir sabah, orman hafif bir sisle örtülmüşken, serçe ailesi kahvaltı için uyanmıştı. Anne serçe, yavrularına solucan getirmiş, baba serçe de en tehlikesiz uçuş rotalarını keşfetmek için ormanda dolanıyordu. Kardeşleri sabırsızlıkla yemlerini kaparken, Mavi biraz geride durmuş, gözlerini aşağıdaki derin vadiye dikmişti.
Tam o sırada, baba serçe yuvalarına döndü ve kanatlarını çırparak yumuşak bir iniş yaptı. Gagasında küçük bir çekirge vardı. Çekirgeyi kardeşlerine bıraktıktan sonra, doğrudan Mavi’nin yanına geldi. Onun ürkek bakışlarını fark etmişti.
“Ne düşünüyorsun, küçük serçem?” diye sordu, sesi her zamanki gibi yumuşaktı.
Mavi başını önüne eğdi. “Ben… ben uçmaktan korkuyorum baba,” diye fısıldadı.
Baba serçe hafifçe gülümsedi. “Korku normaldir, Mavi. Ama biz kuşlar, gökyüzü için doğarız. Kanatlarımız bizi taşır, rüzgâr bize yol gösterir. Bir kez uçmayı başardığında, bir daha asla yere ait hissetmezsin.”
Mavi, babasının güçlü kanatlarını izledi. Onun havada süzülüşü, rüzgârı hissetme biçimi, gökyüzüne olan güveni bambaşkaydı. Ama yine de… ya düşerseydi? Ya kanatları onu taşımazsa?
O gün boyunca kardeşleri birer birer uçuş denemeleri yaparken, Mavi hep geride durdu. Yuvanın kenarına kadar gelse bile, aşağıya bakmaya cesaret edemedi. Kardeşi Kırçıl, cesurca kendini boşluğa bırakıp babasının ardından süzülürken, Mavi bir adım bile atamadı.
“Belki yarın,” diye fısıldadı kendi kendine ve titreyerek yuvasının en güvenli köşesine çekildi.
Gece çöktüğünde, orman karanlık bir örtüye büründü. Ağaçlar, rüzgârın hafif esintisiyle hışırdıyor, uzaktaki baykuşların ötüşleri gecenin sessizliğini bozuyordu. Mavi, yuvanın içinde kıvrılmış, gözlerini kapatmaya çalışıyordu. Ama zihni durmak bilmiyordu.
Gökyüzü… ne kadar büyük, ne kadar sonsuzdu… ya o kadar yükseğe çıkıp sonra düşerse?
Ya bir daha yuvaya dönemezse?
Bilinmezlik korkutucuydu. Ama bilmediği bir şey daha vardı: Korkularının içinde saklı olan cesaret.
Mavi, gecenin soğuk karanlığında bir sağa bir sola dönüp durdu. Kardeşleri derin bir uykudaydı, ama o uyuyamıyordu. Uçma korkusu zihnini sarmıştı. Bazen gözlerini kapattığında kendini havada süzülürken hayal ediyordu; ama hemen ardından aşağıya doğru hızla düştüğünü görüp irkilerek uyanıyordu.
Gözlerini çınarın dallarına dikti. Yapraklar hafifçe sallanıyordu, ama rüzgâr sert değildi. Ormanın derinliklerinden gelen gece sesleri arasında bir baykuşun ötüşü duyuldu. Mavi, içini çekerek tüylerini kabarttı ve başını kanatlarının arasına gömdü.
Sabah olduğunda, çınarın tepesine güneşin ilk ışıkları vurdu. Serçelerin küçük yuvası, altın rengine boyandı. Mavi’nin annesi ve babası çoktan uçmuş, kardeşleri de sabah uçuşlarına hazırlanıyordu.
Her sabah olduğu gibi, annesi biraz yiyecekle yuvaya döndü. Herkese paylarını verdikten sonra, babası kanatlarını açarak konuştu:
“Bugün çok güzel bir gün, çocuklar! Güneş parlak, rüzgâr hafif. Uçmak için en doğru zaman.”
Kardeşleri sevinçle kanatlarını çırptılar ve yuvadan ayrılmaya hazırlandılar. İlk olarak Kırçıl atladı. Babasının kanatlarının altında güvenle süzülerek ormanın içinde bir tur attı. Sonra diğer kardeşleri peş peşe havalandı. Yalnızca Mavi, yuvanın kenarında öylece durmuş, içini çeken bir korkuyla etrafı izliyordu.
Baba serçe, onun yanına gelip hafifçe başını eğdi.

“Mavi,” dedi sakince, “Biliyor musun, ben de ilk uçuşumdan önce çok korkmuştum.”
Mavi şaşkınlıkla gözlerini açtı. Babası gibi güçlü bir serçe, uçmaktan korkmuş olabilir miydi?
“Gerçekten mi?” diye sordu tereddütle.
Baba serçe gülümsedi. “Tabii ki! Ama sonra anladım ki, korkularımızı ancak onları aşarak yenebiliriz. Cesaret, korkusuz olmak demek değildir. Cesaret, korktuğun hâlde kanatlarını açabilmektir.”
Mavi, babasının sözlerini düşündü. Korkularının üzerine gitmek mi? Peki ama ya düşerse?
Tam bu sırada, beklenmedik bir şey oldu.
Hafif esen rüzgâr, bir anda şiddetli bir rüzgâra dönüştü. Ağaçların dalları sallandı, yapraklar savruldu. Çınarın en üst dallarındaki zayıf yapılar titremeye başladı. Ve aniden, Mavi’nin yuvasının bir parçası büyük bir gıcırtıyla koparak boşluğa düştü!
Mavi, ne olduğunu anlayamadan kendini havada buldu.
Kalbi deli gibi çarpıyordu. Rüzgâr kulaklarında uğulduyordu. Kanatlarını açmadan düşüyordu!
Düşerken içgüdüsel olarak gözlerini kıstı ve… kanatlarını açtı.
Önce dengesizdi. Kanatları titriyordu, vücudu bir sağa bir sola savruluyordu. Ama sonra babasının sözlerini hatırladı:
Kanatların seni taşıyacak. Onlara güven.
Derin bir nefes aldı ve daha güçlü kanat çırpmaya başladı.
Önce biraz sendeledi. Sonra… kanatları rüzgârı yakaladı. Hızı yavaşladı. Havadaki akışı hissetti. Altındaki orman artık korkutucu değil, güzel görünüyordu.
Gözlerini açtığında, yükseldiğini fark etti.
Uçuyordu.
Gerçekten uçuyordu!
İlk kez gökyüzünü başka bir açıdan görüyordu. Aşağıda dev gibi görünen çınar ağacı artık daha küçük görünüyordu. Ormanın üstünde süzülmek, rüzgârın kanatlarının arasından geçişini hissetmek… Özgürlüktü bu!
Birkaç saniye sonra, kardeşlerinin ona doğru uçtuğunu fark etti.
“Mavi, uçuyorsun!” diye neşeyle bağırdı Kırçıl.
Babası da ona doğru süzüldü, gözlerinde gurur vardı. “Sana söylemiştim,” dedi gülümseyerek.
Mavi, şimdiye kadar kendini hiç bu kadar hafif hissetmemişti. O korktuğu gökyüzü, aslında ona ait olan yerdi. Kanatları, düşmek için değil, yükselmek için vardı.
Ormanın üzerinde bir tur attı, kardeşlerinin arasına katıldı. Rüzgârın yönünü takip ederek süzüldü, bazen hızlandı, bazen havada duraksadı.
O andan sonra, Mavi bir daha asla uçmaktan korkmadı. Çünkü artık biliyordu:
Gökyüzü, serçeler içindi. Ve onun kanatları, sonsuz bir yolculuk içindi.
Kuş Hikayesi burada sona ermiş. Kuş Hikayesi gibi Hayvan Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.