Anadolu’nun yemyeşil dağlarının eteklerinde küçük, huzurlu bir köy vardı. Bu köyde taş evlerin sıralandığı dar yollar, meyve ağaçlarıyla çevriliydi. Sabahları köy meydanında yankılanan sabah ezanı, insanların güne umutla başlamasını sağlardı. İşte bu köyde Ömer adında on iki yaşında bir çocuk yaşıyordu. Ömer, köy okulunun en meraklı öğrencilerindendi.
Gözleri her zaman yeni şeyler öğrenme ve keşfetme arzusu ile parıldardı. Ancak bu merak, bazen onun küçük hatalar yapmasına da neden olurdu.
Ömer’in babası Hasan Efendi, köyde herkesin sevdiği bir insandı. Çiftçilikle uğraşır, insanlara elinden geldiğince yardım ederdi. Annesi Ayşe Hanım ise sabırlı ve nazik bir kadındı. Ömer’in en yakın arkadaşı Yusuf’tu. Yusuf, daha sakin ve düşünceli bir çocuktu, ama Ömer’in heyecanına çoğu zaman kapılıp maceralara atılırdı.
Köyün meydanında, devasa bir çınar ağacı yükseliyordu. Bu çınar, sadece köyün değil, kuşların da yuvasıydı. Ağacın dallarında sayısız kuş yuvası vardı. Özellikle serçeler, dallar arasında zıplayarak cıvıldar, köyün sessizliğini neşeyle doldururdu. Ömer, okula gidip gelirken bu kuşları izlerdi. Onların hareketliliği ve renkleri onu büyülerdi.
Bir gün, okul dönüşünde Ömer, Yusuf’a dönerek, “Yusuf, şu kuşlara bir bak. Onları daha yakından görmek istemez misin?” diye sordu.
Yusuf omuz silkti. “Tabii isterim ama nasıl? Kuşlar insanlardan korkar, yaklaşmaz.”
Ömer’in aklına bir fikir geldi. “Bir tuzak kursak? Birini yakalarız, yakından bakarız, sonra bırakırız,” dedi heyecanla.
Yusuf’un yüzü düştü. “Ama ya zarar verirsek? Annem, hayvanlara zarar vermenin günah olduğunu söyledi.”
Ömer, Yusuf’un endişesine aldırış etmeden, “Zarar vermeyeceğiz ki! Sadece bakacağız,” diye ısrar etti. Yusuf istemese de Ömer’in heyecanına kapıldı ve kabul etti.
Ertesi sabah, Ömer ve Yusuf, çınar ağacının altına gittiler. Birlikte birkaç dal ve ip kullanarak basit bir tuzak yaptılar. Ömer, ipi dikkatlice düğümledi ve tuzağı ağacın dibine kurdu. Planları, bir kuşun tuzağa takılması ve yakalanmasıydı. İşi bitirince eve dönüp sabırsızlıkla beklemeye başladılar.
Ömer gece boyunca heyecanla düşündü. “Acaba tuzakta bir kuş var mı?” Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Yusuf’la buluşup tuzağa koştular. Gerçekten de tuzakta bir serçe vardı. Küçük kuş korkuyla çırpınıyor, kurtulmaya çalışıyordu. Ömer onu ellerine aldığında Yusuf endişeyle:
“Ömer, bak nasıl korkuyor. Belki de yanlış bir şey yapıyoruz,” dedi.

Ama Ömer aldırmadı. “Korkacak bir şey yok. Biraz bakarız, sonra serbest bırakırız,” diye cevap verdi. Ancak serçenin ürkek bakışları ve titremesi Yusuf’u daha da huzursuz etti.
Tam o sırada, köyün yaşlılarından İsmail Amca, ellerindeki torbalarla oradan geçiyordu. Ömer’in ellerinde çırpınan serçeyi görünce durdu. Onun bilge bakışları, yılların tecrübesini yansıtıyordu. Gözlerini Ömer’e dikerek sordu:
“Evlatlar, bu masum yaratığı neden yakaladınız?”
Ömer biraz utanarak, “Sadece yakından bakmak istedik, İsmail Amca. Zarar vermeyeceğiz,” dedi.
İsmail Amca, başını iki yana sallayarak derin bir nefes aldı. “Evlatlarım, kuşlar Allah’ın yarattığı özgür canlılardır. Onların hakkını çiğnemek, tıpkı bir insanın hakkını çiğnemek gibidir. Kul hakkını bilir misiniz?”
Ömer, kafası karışmış bir şekilde, “Ama bu bir kuş. Kul hakkı insanlara karşı işlenmez mi?” diye sordu.
İsmail Amca, bilgece bir gülümsemeyle konuşmaya başladı: “Kul hakkı, sadece insanlara karşı işlenmez. Allah’ın yarattığı her canlı, bu dünyada bir emanettir. Hayvanlar da bizim üzerimizde hak sahibidir. Onların özgürlüğünü çalmak, yaşam haklarını ihlal etmek büyük bir vebaldir. Yarın Allah’ın huzurunda bu kuş dile gelip hakkını isterse, ne cevap vereceksiniz?”
Bu sözler, Ömer’in içinde bir şeylerin değişmesine neden oldu. Ellerinde tuttuğu serçeye baktı. Kuşun gözlerindeki korkuyu fark etti. Derin bir nefes alarak, “Haklısınız, İsmail Amca,” dedi. Ellerini yavaşça açtı ve serçeyi gökyüzüne bıraktı. Kuş hızla kanat çırparak uzaklaştı, dalların arasına saklandı.
O gün Ömer, önemli bir şey öğrenmişti: Her canlının bu dünyada bir hakkı vardı ve o hakka saygı göstermek, insan olmanın gereğiydi. İçinde büyük bir pişmanlık vardı ama aynı zamanda bir rahatlama hissediyordu.
O andan sonra, Ömer’in kuşlara ve diğer hayvanlara karşı davranışı tamamen değişti. Çınar ağacına yuvalar için yem koymaya başladı. Yusuf ile birlikte hayvanlar için su kapları yerleştirdiler
Ömer, o günden sonra hayatında hep bu öğüdü hatırladı. Her canlıya merhametle yaklaşmayı, kul hakkına ve doğanın dengesine saygı göstermeyi kendine ilke edindi. Gökyüzünde uçan kuşların cıvıltısı, ona her zaman bir hatırlatma oldu: Her canlı, Allah’ın bize bir emanetiydi.
Kul Hakkı Hikayesi burada sona erdi. Kul Hakkı Hikayesi gibi Dini Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.