Ege, üçüncü sınıfa gidiyordu. Onun için okul sadece derslerden ibaret değildi, aynı zamanda mücadele demekti. Konuşmaya başladığı andan itibaren kelimeler boğazına takılıyor, ağzından çıkmakta zorlanıyordu. Küçükken ailesi bunun düzeleceğini düşünmüş, ama yıllar geçtikçe durum değişmemişti. Kekeliyordu. İnsanlar ona sabırla yaklaştığında sorun olmuyordu, ama ya sabırsız ve acımasız olanlar? İşte onlar, Ege’nin en büyük korkusuydu.
O gün sabah okula giderken annesi onu yanağından öptü ve her zamanki gibi, “Sen özelsin Ege. Kelimelerinle savaşıyorsun ama eninde sonunda kazanacaksın,” dedi. Ama Ege, bunun kazanılacak bir savaş olup olmadığını bile bilmiyordu.
Okula vardığında sırasına oturdu ve çantasını açtı. Gözleri tahtaya ilişti. Öğretmen tahtaya büyük harflerle “Okuma Alıştırmaları” yazmıştı. İçinde bir düğüm hissetti. Çünkü bu, sınıfta herkesin önünde okumak demekti.
Ders başladığında öğretmen elindeki kitapçığı açtı ve sırayla herkese birer paragraf okuttu. Önce Defne, sonra Can, ardından Mert… Herkes sırasını rahatça geçiyordu. Kelimeler su gibi akıyordu dillerinden. Sonra öğretmen gözlerini kaldırdı ve Ege’ye baktı.
“Ege, şimdi sıra sende. Lütfen şu paragrafı oku.”
Ege’nin avuçları terlemeye başladı. Elleri titreyerek kitabını açtı ve gözleri kelimelerin üzerinde dolaştı. Derin bir nefes aldı. Ama ilk kelime boğazında düğümlendi.
“K-k-k…”
Sınıfta bir sessizlik oldu. Ege’nin yanakları ateş gibi yandı. Çabalıyordu, ama sesi çıkmıyordu.
Arka sıralardan bir kıkırdama duyuldu.
“Eegeee, hadi ama!” diye fısıldadı Arda. Onun yanındaki çocuklar da kahkahalarını zor tutuyordu.
Ege derin bir nefes alıp tekrar denedi.
“Ka… ka-ka…”
Ama kelime tamamlanamadan dudakları titredi. Daha fazla dayanamadı ve başını önüne eğdi. Öğretmen hafifçe gülümsedi, anlayışlı bir sesle, “Sorun değil Ege, birazdan tekrar deneyebiliriz,” dedi. Ama Ege için sorun çoktan başlamıştı.

Dersin bitiş zili çaldığında Arda ve arkadaşları hemen Ege’nin yanına koştular.
“Ne oldu Ege? Konuşmayı mı unuttun?” dedi Arda.
Yanındaki Mete ise kollarını kavuşturup onu taklit etmeye başladı. “K-k-k… Kelebek bile senden daha iyi konuşuyor!”
Çocukların kahkahaları kulaklarında çınladı. Ege sırasına oturup gözlerini sıktı. Konuşamamak yetmezmiş gibi, bir de herkesin içinde alay konusu olmuştu.
Teneffüs olduğunda herkes bahçeye çıkarken, Ege okulun tuvaletine gitti. Aynanın karşısına geçip yüzüne baktı. Gözleri dolmuştu. “Neden böyleyim?” diye düşündü. Kekelemesi yüzünden sürekli utanç duyuyordu. Keşke daha hızlı konuşabilseydi. Keşke diğer çocuklar gibi rahatça kelimeleri söyleyebilseydi. Ama olmuyordu.
Aynada kendine baktığında annesinin sesi kulaklarında çınladı. “Sen özelsin, kelimelerinle savaşıyorsun.” Ama şu an içinde özel olduğuna dair hiçbir his yoktu. Sadece ezilmiş, yalnız ve üzgündü.
Tuvaletten çıkıp bahçeye yöneldiğinde Arda ve arkadaşları yine karşısına dikildi.
“Eegee, nasılsın?” diye kekeleyerek onu taklit ettiler. Sonra kahkahalar attılar.
Ege hiçbir şey söylemedi. Ne diyebilirdi ki? Onlara kelimelerle karşılık veremiyordu, çünkü kelimeler ona ihanet ediyordu. Onun yerine başını eğdi ve sessizce kenara çekildi. İçinde bir isyan vardı, ama onu dile getirebilecek cesareti yoktu.
Fakat hayat bazen susan çocukların bile duyulmasını sağlardı. Ve o gün, gökyüzünde onları izleyen küçük bir sürpriz vardı.
Teneffüs zili çaldığında, çocuklar okul bahçesine dağıldı. Kimisi ip atlıyor, kimisi sek sek oynuyordu. Arda ve arkadaşları ise, her zamanki gibi bir köşede toplanmış kahkahalar eşliğinde Ege ile dalga geçmenin yeni yollarını arıyorlardı.
Ege, okulun bahçesindeki büyük çınar ağacının gölgesine oturdu. Yanında kimse yoktu. Ellerini dizlerine koydu, gözlerini yere indirdi. Çocukların neşeli sesleri arasında, onun sessizliği daha da belirginleşiyordu.
Tam o sırada Arda ve arkadaşları, az ileride top oynarken Ege’ye doğru göz ucuyla bakıp gülüşüyorlardı.
“Şu kekeme Ege’ye baksana, kendi başına oturuyor!” dedi Mete.
Arda, Ege’ye doğru dönüp elini ağzına götürdü ve kekeleyerek konuşuyormuş gibi yaptı. “E-e-ege, b-bi-bi-ziii-imle oynasaana!”
Çocuklar kahkahalarla gülmeye başladılar. Ege başını kaldırıp onlara baktı ama hiçbir şey söylemedi. Konuşsa bile bir şey değişmeyecekti. Kelimeleri zaten düzgün çıkmıyordu. Onlar yine gülecek, yine dalga geçecekti. Derin bir nefes aldı ve gözlerini gökyüzüne kaldırdı.
O anda bir şey fark etti.
Çınar ağacının dallarında birkaç kuş tünüyor, hafifçe kanatlarını çırpıyordu. Serçeler, kargalar ve bir iki güvercin… Bahçenin diğer tarafında ise okulun elektrik tellerine konmuş bir grup kuş, etrafı izliyordu.
Sonra, hiç beklenmedik bir şey oldu.
Bir serçe havalanıp bahçede süzüldü, tam Arda’nın olduğu yere doğru yöneldi.
Ve bir saniye içinde…
Plop!
Arda’nın tam kafasının ortasına bir kuş pisliği düştü.
Bir anlık sessizlik oldu. Arda’nın yüzündeki gülümseme dondu. Etrafındaki çocuklar da bir an ne olduğunu anlamadı. Ama birkaç saniye sonra bir kahkaha patladı.
“Ahahahaha! Arda’nın kafasına düştü!” diye bağırdı biri.
Arda, elini başına götürdü. Yapışkan, sıcak ve kötü kokulu maddeyi hissedince gözleri büyüdü. “Iyyy! Ne bu böyle?” diye çığlık attı.
Mete ve diğer arkadaşları kahkahalarla gülmeye başlamıştı. “Kuş seni seçmiş Arda!” diye şaka yaptılar.
Ama daha bitmemişti.
İkinci kuş, biraz ilerideki Mete’nin başına doğru süzüldü.
Ve…
Plop!
Bu sefer de Mete’nin tam saçının ortasına düştü. Çocuk, dehşetle elini başına attı. “Hayır yaaa! Bu da ne?” diye bağırdı.
Tam o sırada bir başka kuş da diğer arkadaşlarının üzerine pisledi. Üç çocuk da paniğe kapılmış, bir yandan saçlarını silmeye çalışıyor, bir yandan da kaçmaya çalışıyordu. Ama kaçarken de üstlerine düşen kuş pisliklerinden kurtulamıyorlardı.
Bu sefer gülenler sadece birkaç kişi değildi. Bütün okul bahçesi kahkahalara boğulmuştu. Öğrenciler, Arda ve arkadaşlarının haline bakıp kahkahalarla gülüyor, hatta bazıları onları taklit ediyordu.
Ege de olanları sessizce izliyordu. Gözlerini kırpıştırdı. İlk defa, kendini hafif hissediyordu. İlk defa, adaleti bir başkasının sağlayabileceğini fark ediyordu.
Arda ve arkadaşları, yüzleri kıpkırmızı olmuş bir şekilde okulun tuvaletlerine koştu. “Şanssızlık işte!” diye söylenerek başlarını yıkamaya gittiler. Ama onlar gittikten sonra da çocukların kahkahaları uzun süre dinmedi.
O günün kahramanları kuşlardı. Ama asıl ders, Arda ve arkadaşlarının içine işleyen utançtı.
Birkaç gün sonra…
Ege, her zamanki gibi sırasına oturmuş dersin başlamasını bekliyordu. Önündeki defteri karalarken, bir gölge üzerine düştü. Başını kaldırdığında Arda’nın ayakta durduğunu gördü.
Arda gözlerini kaçırıyordu. Eliyle ensesini kaşıdı, sanki söylemesi gereken şeyleri toparlamaya çalışıyordu. Sonra iç çekerek konuştu:
“Şey… Ege…” dedi yavaşça. “Biz… özür dileriz.”
Ege gözlerini kırpıştırdı. Yanında Mete ve diğer çocuklar da duruyordu. Hepsinin yüzünde aynı mahcubiyet vardı.
“Gerçekten,” diye devam etti Arda. “Seninle dalga geçmek eğlenceli geliyordu ama aslında kötü hissettirdiğini fark etmemişiz.”
Ege bir an sustu. Ne diyeceğini bilemiyordu. Daha önce kimse ona böyle yaklaşmamıştı. Sonra içinden bir sıcaklık geçti.
Kendisi de bir derin nefes aldı ve yavaşça, “S-s-sorun değil,” dedi.
Ama bu kez, kekelemekten utanmadı. Çünkü o kelimeler geç de olsa çıkmıştı ve anlamı büyüktü.
O günden sonra Arda ve arkadaşları, Ege’yi taklit etmeyi bıraktılar. Hatta bazen onunla birlikte vakit geçirmeye başladılar. Ege, herkesle konuşmak zorunda olmadığını biliyordu ama en azından artık birileri onun sesini gerçekten duymaya başlamıştı.
Çünkü bazen kelimeler değil, yaşananlar en büyük dersi verirdi.
Kekeme Hikayesi de burada sona ermiş. Kekeme Hikayesi gibi Uzun Hikayeler için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.