Sabahın ilk ışıkları, mutfağın perdesinden süzülerek içeri doluyordu. Tezgâhta un serpilmiş tahtaların üzerinde incecik açılmış yufkalar duruyordu. Ocakta fokurdayan çaydanlıktan çıkan buhar, mutfağı ılık bir sis gibi sararken içeriyi mis gibi bir hamur kokusu doldurmuştu.
Asya, uykulu gözlerini ovuşturarak mutfağa girdi. Sabahları mutfaktan gelen kokular ona her zaman huzur verirdi. Ama bu sabah daha özel bir şeyler olduğunu hissetmişti. Sandalyesine otururken gözleri tezgâha kaydı. Annesi, büyük bir ahşap kesme tahtasının önünde durmuş, elinde bıçağıyla bir şeyler doğramaya hazırlanıyordu.
Tezgâhın üzerinde yuvarlak, beyaz, parlak kabuklu birkaç soğan duruyordu. Asya, annesinin hızlı hareketlerle soğanları ortadan ikiye böldüğünü gördü. Bıçağın tahtaya çarpan sesi mutfakta yankılanıyordu. Soğanlar birer birer ince dilimlere ayrılıyor, kabukları tezgâha düşüyordu.
Ancak bir şey garipti. Annesi durup dururken gözlerini kırpıştırıyor, bir yandan da elinin tersiyle gözlerini siliyordu.
Asya hemen yerinden kalkıp annesinin yanına yaklaştı. Annesinin yanaklarında gözyaşları vardı!
“Anne, ne oldu? Neden ağlıyorsun?” diye sordu endişeyle.
Annesi elindeki bıçağı dikkatlice tezgâha bıraktı ve gözlerini hafifçe ovuşturdu. Gözleri hafif kızarmıştı ama yüzünde bir gülümseme vardı.
“Ağlamıyorum tatlım,” dedi, sesi hala hafif titriyordu. “Sadece soğan doğrarken gözlerim yanıyor.”
Asya, doğranmış soğanlara baktı. Onlar sıradan sebzeler gibi görünüyordu. Küçük, yuvarlak ve iç içe geçmiş saydam katmanları vardı. Ama nasıl oluyordu da annesinin gözlerini yaşartıyordu?
“Nasıl yani?” diye sordu şaşkınlıkla. “Soğan seni neden ağlatıyor?”
Annesi bıçağını tekrar eline aldı ve soğanın bir parçasını keserek açıkladı:
“Soğanları kestiğimizde içlerinde bulunan sülfür bileşikleri havaya yayılıyor,” dedi. “Bu bileşikler gözlerimize ulaştığında gözyaşı bezlerimizi uyarıyor ve gözlerimiz yaşarmaya başlıyor.”
Asya başını hafifçe yana eğip düşündü. Soğan küçücük bir sebzeydi, ama kocaman bir insanı bile ağlatacak kadar güçlüydü. Bu çok ilginçti!
Burnuna soğanın keskin kokusu gelince hemen birkaç adım geri çekildi. Hafif ekşi, biraz tatlı ama çok güçlü bir kokuydu. Hatta burnunu bile hafifçe sızlatmıştı.
“Bu çok garip,” dedi Asya. “Sadece bir sebze ama seni ağlatıyor! Peki, bunu engellemenin bir yolu yok mu?”
Annesi hafifçe gülümsedi. “Aslında var!” dedi ve elindeki bıçağı kaldırdı. “Eğer bıçağımı suyla ıslatırsam, bu sülfür bileşikleri suya hapsolur ve gözlerimi yakamaz.”
Asya’nın gözleri heyecanla parladı. Yeni bir şey öğrenmişti ve hemen denemek istiyordu.
“O zaman hemen deneyelim!” diye atıldı.
Bakalım gerçekten işe yarayacak mıydı?
Asya, annesinin elindeki bıçağı musluğun altına tutmasını dikkatle izledi. İnce bir su tabakası bıçağın yüzeyinden süzüldü, ardından annesi bıçağı tekrar tezgâha getirdi ve doğramaya devam etti. Asya gözlerini kırpmadan bekledi. Birkaç saniye geçti, sonra birkaç saniye daha… Ama annesi gözlerini ovuşturmadı. Gözyaşı da dökmedi!
“Gerçekten işe yaradı mı?” diye sordu heyecanla.
Annesi gülümseyerek başını salladı. “Gördün mü? Su, sülfür bileşiklerini hapsediyor, böylece havaya karışamıyorlar. Bu yüzden gözlerim yanmıyor.”
Asya’nın ağzı hayretle açıldı. Bu küçük numara nasıl bu kadar etkili olabilirdi? Soğan hâlâ doğranıyordu ama annesi artık gözlerini silmiyordu!

Asya sandalyeden atladı ve mutfakta dolaşarak düşündü. Demek ki bazen bir sorunu çözmek için sadece küçük bir değişiklik yapmak yeterliydi. Her şey bir anda çok mantıklı gelmeye başlamıştı.
“Ben de denemek istiyorum!” diye atıldı.
Annesi ona gülümseyerek küçük bir bıçak verdi. “Tamam ama dikkatli olmalısın. Soğan doğramak bıçak kullanmayı gerektirir, bu yüzden yavaş ve dikkatli hareket et.”
Asya heyecanla başını salladı ve annesinin gösterdiği gibi önce bıçağını suyun altına tuttu. Soğuk su bıçağın metal yüzeyinde hızla yayıldı. Sonra annesi ona küçük bir soğan verdi ve nasıl doğrayacağını gösterdi.
İlk kesik biraz zordu. Soğanın kaygan yüzeyi biraz direnç gösteriyordu, ama Asya bıçağı annesinin yönlendirdiği gibi nazikçe bastırdı. İnce bir dilim kestiğinde gözlerini hızla kırpıştırdı. Acaba gözleri yanacak mıydı?
Biraz bekledi ama… hiçbir şey olmadı!
“Asya, harika gidiyorsun!” dedi annesi, ona cesaret vererek.
Asya’nın içi mutlulukla doldu. Gerçekten de başarılı olmuştu! Küçük bir mutfak sırrı öğrenmiş ve kendisi de denemişti. Ama bir şeyi merak ediyordu.
“Peki anne,” dedi heyecanla, “Bıçağı suya batırmak dışında başka yollar da var mı?”
Annesi düşündü, sonra başını salladı. “Evet, aslında birkaç yöntem daha var. Mesela, soğanı doğramadan önce birkaç dakika buzdolabında bekletirsen, içindeki sülfür bileşikleri daha az yayılır. Soğuk suyun altında doğramak da işe yarar. Ama en kolayı bıçağı ıslatmak çünkü her zaman elimizin altında su var.”
Asya büyük bir keşif yapmış gibi gülümsedi. “Yani mutfakta bazı şeyleri kolaylaştırmak için küçük ama etkili hileler var!”
Annesi gülerek başını salladı. “Kesinlikle! Mutfağın sırlarını öğrendikçe yemek yapmak daha keyifli hale gelir.”
Tam o sırada kapı zili çaldı. Asya’nın gözleri parladı. “Anneanne geldi!”
Şimdi öğrendiği bu harika bilgiyi anneannesine anlatmak için sabırsızlanıyordu!
Kapı zili çaldığında Asya heyecanla yerinden fırladı. Öğrendiği yeni bilgiyi hemen anneannesine anlatmak için sabırsızlanıyordu! Koşarak kapıyı açtı ve karşısında yüzünde her zamanki sıcak gülümsemesiyle anneannesini buldu.
“Anneanne! Sana çok önemli bir şey öğreteceğim!” diye bağırdı sevinçle.
Anneannesi şaşırarak ama sevgiyle gülümsedi. “Öyle mi tatlım? Bakalım beni nasıl şaşırtacaksın?”
Asya elinden tuttuğu gibi onu mutfağa çekti. Anneannesi içeri girdiğinde mutfaktan yayılan mis gibi börek kokusunu içine çekti ve gözlerini mutlu bir şekilde kıstı. Ancak sonra tezgâhtaki doğranmış soğanları fark etti. Bir an duraksadı ve annesine baktı.
“Aaa, Esra, sen soğan doğradın ama gözlerin hiç kızarmamış!” dedi şaşkınlıkla. “Bu nasıl mümkün oldu?”
Asya hemen araya girdi. “İşte tam da bunu anlatacaktım anneanne!” dedi heyecanla. “Annem bana soğan doğrarken gözlerinin yanmaması için harika bir yöntem öğretti!”
Anneannesi kaşlarını merakla kaldırdı. “Neymiş o?”
Asya kendinden emin bir şekilde bıçağı musluğun altına tuttu ve sonra tezgâhtaki küçük bir soğanı aldı. “Bıçağını suya batırırsan, soğanın içindeki sülfür bileşikleri havaya yayılmaz ve gözlerini yakmaz!” dedi gururla.
Anneannesi hayretle başını salladı. “Bunu bilmiyordum!” dedi hayranlıkla. “Ben yıllardır soğan doğrarken gözyaşı döküyorum. Kim bilir kaç defa gözlerim yanarak yemek yaptım!”
Asya gülümsedi ve annesine baktı. “Ama artık yapmana gerek yok! Artık bu küçük mutfak sırrını biliyoruz.”
Anneannesi kahkahalarla güldü. “Demek ki mutfağın ustası sadece annen değilmiş, sen de olmuşsun!”
Annesi de gülümseyerek başını salladı. “Asya gerçekten çok meraklı ve öğrenmeye açık biri. Bugün soğan doğramayı bile öğrendi!”
Anneannesi şaşkınlıkla Asya’ya baktı. “Gerçekten mi? Peki gözlerin hiç yanmadı mı?”
Asya gururla başını iki yana salladı. “Hayır! Çünkü bıçağımı hep ıslattım!”
Anneannesi ona sarıldı. “Aferin sana! Demek ki bazı şeyleri daha kolay yapmanın yolları var, ama onları öğrenmek için denemek gerekiyor.”
Asya başını salladı. O gün öğrendiği bu bilgiyi asla unutmayacağını biliyordu. Çünkü bazı bilgiler kitaplardan değil, hayatın içinden öğreniliyordu.
O sırada annesi börekleri fırından çıkardı. Altın sarısı renginde, mis gibi kokuyorlardı. Anneannesi çaydan bir yudum alırken gülümseyerek söyledi:
“Şimdi bakalım, gözyaşı dökmeden doğranmış soğanlarla yapılan börekler daha mı lezzetli oluyor?”
Asya kahkahayla gülümsedi. Mutfağın sadece yemek yapılan bir yer olmadığını, aynı zamanda küçük keşiflerin de yapıldığı bir dünya olduğunu anlamıştı. Ve bugün, o dünyanın bir parçası olmuştu.
Gözler Yanmadan Soğan Doğrama Hikayesi burada sona ermiş . Gözler Yanmadan Soğan Doğrama Hikayesi gibi Eğitici Hikayeler için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.