Tuğba, penceresinden okul bahçesini izlerken derin bir nefes aldı. Hava serindi, hafif esen rüzgâr, sararmış yaprakları dans ettirerek döndürüyordu. Gökyüzü griye çalıyor, güneş ara sıra bulutların arasından göz kırpıyordu. Bahçedeki öğrenciler neşeyle koşuşturuyor, kahkahalar yankılanıyordu. Oysa Tuğba’nın içini garip bir sıkıntı kaplamıştı. Son zamanlarda arkadaşlarıyla olan ilişkisini sorgulamaya başlamıştı.
Okulda Tuğba’nın en yakın arkadaşları Aslı, Merve ve Zeynep’ti. Üçü de göz alıcı kıyafetler giymeyi sever, sürekli yeni şeylerden bahsederdi. Başta, Tuğba da bu konuşmalara katılmaya çalışmıştı ama artık onların konuşma tarzı ona tuhaf geliyordu. Sürekli kim ne giymiş, kim hangi telefon modelini almış, kimin çantası daha pahalı, bunları konuşuyorlardı.
Öğle arası olduğunda, Tuğba her zamanki gibi onların yanına oturdu. Aslı çantasını masaya koydu, fermuarını açıp içinden parıltılı yeni bir kalem çıkardı. “Bakın, babam yurt dışına gittiğinde bana bunu almış. Burada satılmıyormuş,” dedi gururla.
Merve hemen ilgisini gösterdi. “Çok güzel! Kalem değil, adeta mücevher gibi!” dedi gözlerini büyüterek.
Zeynep ise telefonundan başını kaldırmadan, “Ama biraz çocukça görünüyor,” diye yorum yaptı.
Tuğba, bu konuşmalar sırasında sessiz kalmayı tercih etti. Son zamanlarda fark etmişti ki, eğer onların konuşmalarına uymazsa görünmez oluyordu. Ne zaman ciddi bir konu açmaya çalışsa ya da farklı bir şeyden bahsetse, ya ilgisizce başlarını sallıyorlar ya da konuyu değiştiriyorlardı.
Tam o sırada Merve gözlerini bahçeye dikti ve alaycı bir sesle, “Şu yeni gelen kızı görüyor musunuz? Hâlâ geçen yıldan kalma ayakkabılar giyiyor. Yazık!” dedi.
Aslı ve Zeynep gülmeye başladı. Tuğba ise başını çevirip bahçeye baktı. Merve’nin bahsettiği kız, tek başına bir bankta oturuyordu. Üzerindeki mont biraz eskiydi ama yüzündeki ifadede sakin bir güven vardı. Tuğba, içinden, “Kimin ne giydiğinin ne önemi var ki?” diye düşündü. Ama bunu yüksek sesle söyleyemedi.
Sonraki gün, Tuğba koridorda yürürken arkadaşlarıyla karşılaştı. Birlikte kantine gidiyorlardı. Aslı hızlanıp Tuğba’nın elindeki su şişesine çarptı. Şişe yere düşüp yuvarlandı.
Tuğba eğilip almak için uzandığında Merve kahkahalarla, “Ah, ne kadar sakarsın!” dedi.
Zeynep ise başını sallayarak, “Aman, bu su gibi sıradan bir şey. Ne önemi var ki?” dedi.
Üçü de gülmeye devam ederken Tuğba içini çekti. Arkadaşlık böyle mi olmalıydı? Bir an durup düşündü. Küçük düşürülmek, her zaman yarış içinde olmak, gerçekten dostluk muydu?
Sonraki günlerde, Tuğba onların sözlerine ve davranışlarına daha fazla dikkat etmeye başladı. Ders arasında Aslı, Merve ve Zeynep kendi aralarında konuşurken, Tuğba yanlarında oturmasına rağmen kendini dışlanmış hissediyordu. Sürekli bir yarışın içindeymiş gibi, kimin daha iyi kıyafetleri var, kimin ailesi daha fazla şey alıyor, bunlar üzerine konuşuyorlardı.
Bir gün Tuğba cesaretini toplayıp, “Sizce arkadaşlık sadece bunlardan mı ibaret?” diye sordu.
Aslı kaşlarını kaldırdı. “Ne yani? Eğleniyoruz işte,” dedi umursamazca.
Merve omuz silkti. “Yani… Hep böyleydi zaten. Sen de bizimle eğlenmiyor musun?”
Tuğba ne diyeceğini bilemedi. Evet, eskiden eğlendiğini düşünüyordu. Ama artık, onların yanında olmaktan eskisi kadar mutlu hissetmiyordu. Onlarla konuşurken sürekli bir şeyleri kanıtlamak zorunda gibiydi. O an fark etti ki, dostluk böyle bir şey olmamalıydı.
İlk defa içinden, “Belki de başka insanlarla vakit geçirmeliyim,” diye düşündü. Ama bunu nasıl yapacağını bilmiyordu.
İşte o gün, okulun kütüphane kapısından içeri bakarken, içeride bir grup öğrencinin sessizce konuştuğunu gördü. Başlarında her zaman kitap okumayı seven Ece vardı. Yanında Ali ve Defne oturuyordu. O an, içinden bir ses Tuğba’ya oraya doğru adım atmasını söyledi. Ve belki de, o an, gerçek dostluk yolunda ilk adımını atıyordu.

Tuğba, kütüphanenin kapısında bir an duraksadı. İçeride oturan gruba baktı. Ece, Ali ve Defne, önlerindeki kitaba eğilmiş, heyecanla bir şeyler konuşuyorlardı. Ece’nin yüzü aydınlık, Defne’nin gözleri merak doluydu. Ali ise elindeki kalemle bir şeyler çiziyor, arada gülümseyerek arkadaşlarına gösteriyordu.
Tuğba, içeri girip girmemek arasında tereddüt etti. Onlarla pek fazla konuşmuşluğu yoktu. Ama bir yandan da içinden bir ses, “Dene,” diyordu.
Derin bir nefes aldı ve yavaşça yaklaştı. Ece başını kaldırıp onu görünce hemen gülümsedi. “Merhaba Tuğba! Kitap okumayı sevdiğini duydum, doğru mu?”
Tuğba şaşırdı. Ece bunu nereden biliyordu? “Evet,” dedi hafifçe gülümseyerek, “ama sen bunu nasıl öğrendin?”
Ali araya girerek, “Derslerde bazen not alırken kitaplardan alıntılar yapıyorsun. Birkaç kere fark ettim,” dedi.
Bu sözler Tuğba’nın içini ısıttı. Meğer fark edilmişti. Ama bu, Aslı, Merve ve Zeynep gibi başkalarını küçümseyerek ya da yarış içinde fark edilmek değildi. Gerçekten, içindeki bir özelliğin görülmesiydi.
Defne, önündeki kitabı kapatıp, “Biz her hafta bir kitap seçiyoruz ve üzerine konuşuyoruz. İstersen bize katılabilirsin,” dedi heyecanla.
Tuğba, onların arasında kendini bir anda rahat hissetti. Kabul etmekte hiç tereddüt etmedi. “Tabii, neden olmasın?” diye cevapladı.
O günden sonra, Tuğba her teneffüste kütüphaneye uğramaya başladı. Ece, Ali ve Defne ile kitaplar üzerine sohbet ediyor, bazen ödevleri birlikte yapıyorlardı. Aralarındaki sohbetlerde hiç kimse, kimin ne giydiğini ya da kimin ailesinin daha zengin olduğunu umursamıyordu. Kimse kimseyi alay konusu yapmıyor, tersine herkes birbirinin fikirlerine gerçekten değer veriyordu.
Bir gün, okuldan çıkarken Defne birden durdu ve Tuğba’nın sırt çantasının fermuarına işaret etti. “Çantan açık kalmış, dikkat et,” dedi nazikçe.
Bu küçük şey bile Tuğba’ya çok şey anlatıyordu. Gerçek dost, insanın düşmesini bekleyip gülmek yerine, düşmeden önce uyaran kişiydi.
Eski arkadaşları, Tuğba’nın artık onlarla daha az vakit geçirdiğini fark etmişti. Birkaç kez onu yanlarına çağırdılar ama Tuğba her seferinde kibarca bir bahaneyle reddetti. Aslı bir gün koridorda yanına yaklaşıp, “Sen değiştin,” dedi küçümseyen bir sesle.
Tuğba duraksadı, sonra hafifçe gülümsedi. “Belki de gerçekten değişmişimdir,” dedi sakince.
O an fark etti ki, artık kimsenin onayına ihtiyacı yoktu. Gerçek dostluk, kendini değerli ve rahat hissettiğin yerdeydi. Ve sonunda, onu bulmuştu.
Gerçek Dostluk Nedir? Hikayesi burada sona erdi. Gerçek Dostluk Nedir? Hikayesi gibi Dostluk Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.