Yeşilin her tonuna bürünmüş tepelerin arasında, küçük ama huzurlu bir köy varmış. Bu köyde herkes birbirini tanır, dostluklar nesiller boyunca sürermiş. Köyde yaşayan çocuklar da genellikle birlikte oynar, aynı yollarda yürür, aynı nehirde yüzermiş. Ancak aralarından iki çocuk, Ali ve Mert, her zaman en yakın arkadaş olarak bilinirmiş.
Ali, kıpır kıpır bir çocukmuş. Yerinde asla durmaz, ağaçlara tırmanır, patikalarda koşar, hatta en dik yokuşları bile bir solukta çıkarmış. Cesurmuş, hatta bazen fazla cesur. Her zaman “Korkacak ne var ki?” der, tehlikeyi pek umursamazmış.
Mert ise daha farklıymış. O, sessiz ve sakindi. Düşünerek hareket eder, etrafındaki her şeyi dikkatle inceler, tehlikeleri önceden sezermiş. Bir karar almadan önce uzun uzun düşünür, acele etmezmiş. Bu yüzden bazen Ali’nin sabırsızlığına yetişmekte zorlanırmış.
Bir gün öğretmenleri, köy okulunun kütüphanesi için yeni kitaplar ve raflar almaları gerektiğini söylemiş. Kasabaya gidecek gönüllüler arasında Ali ve Mert hemen öne çıkmış. Onlar, köyden kasabaya uzanan patika yolları ezbere bilir, uzun yürüyüşleri severmiş.
O sabah güneş parlak bir şekilde doğmuş. Ali, her zamanki gibi enerjik bir şekilde sırt çantasını kapıp Mert’in evine koşmuş. “Haydi dostum, geç kalacağız!” diye bağırmış kapının önünde.
Mert kapıyı açıp gülümsemiş. “Daha çok erken Ali, aceleye gerek yok.”
Ama Ali beklemekten hoşlanmazmış. “Bir an önce gidip kitapları alalım, sonra dönüşte derede biraz serinleriz,” demiş.
İkisi de yola koyulmuş. Yol, yemyeşil tepelerin arasından kıvrılarak ilerliyormuş. Hava sıcak ama tatlı bir rüzgar esiyormuş. Kuşlar cıvıldıyor, çiçekler renk renk açıyormuş.
Ancak, yolun yarısına geldiklerinde gökyüzü aniden kararmış. Biraz önce pırıl pırıl olan hava, şimdi koyu gri bulutlarla dolmuş. Uzaklardan gelen gök gürültüsü duyulmaya başlamış.
Ali omuz silkip gülmüş. “Bu kadarcık buluttan korkacak değiliz herhalde,” demiş.
Ama Mert, gökyüzüne kaygıyla bakmış. “Bu sıradan bir yağmura benzemiyor Ali. Şimşekler çok sık çakıyor, rüzgar da garip esmeye başladı. En iyisi bir sığınak bulalım.”
Ali, Mert’in her zamanki gibi fazla temkinli davrandığını düşünmüş. “Biraz yağmurdan ne olacak ki? Yolda devam edebiliriz,” demiş kayıtsızca.
Ancak tam o sırada gök, sanki ikiye yarılmış gibi büyük bir gürültüyle çınlamış. Şimşek, hemen yakınlarında bir ağaca düşmüş ve ağacın dallarından biri büyük bir hızla yere çakılmış. Ali olduğu yerde donup kalmış.
Mert, Ali’nin kolundan tutmuş. “Şimdi ne dediğimi anladın mı? Hemen bir yere sığınmalıyız.”
Ali başını sallamış, bu kez Mert’in sözlerini ciddiye almış. O sırada gözleri ileride, tepenin yamacındaki eski bir kulübeye takılmış. “Oraya gidelim!” diye bağırmış.
İkisi de yağmur hızlanmadan önce kulübeye ulaşmak için koşmaya başlamış. Fakat rüzgar o kadar şiddetli esiyormuş ki Ali’nin şapkası havalanıp uçmuş. Yağmur bir anda başlamış ve ikisini de sırılsıklam etmiş.
Nefes nefese kulübeye vardıklarında, Mert hemen kapıyı itip açmış. İçeri girdiklerinde nefes nefese kalmışlar. Kulübenin içi loş ve tozluymuş. Köşede eski bir masa ve birkaç kırık sandalye varmış. Duvarlarda örümcek ağları sarkıyormuş.
Ali, montunun fermuarını yukarı çekerek titremeye başlamış. “Belki biraz bekleriz, yağmur dinince devam ederiz,” demiş.

Mert ise kapının aralığından dışarı bakmış. Yağmurun şiddeti arttıkça kulübenin çatısından su damlamaya başlamış. Dışarıda rüzgar hiddetle uğulduyormuş. Kaşlarını çatmış, ciddi bir sesle konuşmuş: “Bence burada fazla kalamayız. Eğer fırtına daha kötüleşirse, çıkmak daha zor olabilir.”
Ali, Mert’e bakmış. İlk kez onun bu kadar endişeli olduğunu görüyormuş. İçinde, dostunun haklı olabileceğine dair bir his uyanmış. Ama yine de beklemeleri gerektiğini düşünüyormuş.
İçeride sessizlik olmuş. Dışarıda ise doğa, tüm gücüyle hiddetlenmeye devam ediyormuş.
Bu sessizlik içinde, Ali ve Mert dostluklarının belki de en büyük sınavını vereceklerini henüz bilmiyorlarmış…
Kulübenin içinde zaman yavaş akıyormuş. Dışarıda fırtına tüm şiddetiyle sürerken, Ali ve Mert tahtadan bir sandalyeye oturmuş, nefeslerini düzenlemeye çalışıyormuş. Rüzgar kulübenin çatısını sarsıyor, yağmur damlaları içerideki tozlu zemine düşerken yankılanıyormuş.
Ali montunun fermuarını biraz daha çekip titreyerek konuşmuş:
“Belki de beklemek en iyisi. Yağmur biraz hafifleyince yola devam ederiz.”
Mert ise hala kapının aralığından dışarıyı gözlemliyormuş. Gözleri ciddiyetle etrafı taramış. Rüzgarın hızını ve yağmurun yönünü incelerken derin bir nefes almış.
“Bence burada daha fazla kalamayız, Ali,” demiş sakince. “Eğer hava daha kötüleşirse, geri dönmemiz çok daha zor olacak.”
Ali başını sallamış. “Ama dışarısı çok tehlikeli. Şu anda burası en güvenli yer gibi görünüyor.”
Mert, cebinden bir elma çıkarıp ikiye bölmüş ve bir parçasını Ali’ye uzatmış. “Enerjimizi korumalıyız,” demiş sessizce.
Ali elmayı alıp bir ısırık almış. Sessizlik içinde dışarıdaki yağmurun ritmini dinlemişler. Herkesin dostluk hakkında bildiği tek şey birlikte oyun oynamak, gülmek ve eğlenmekmiş. Ama Ali ilk kez dostluğun, zor bir karar verirken doğru yolu göstermek olduğunu hissetmiş.
Mert dikkatlice devam etmiş:
“Dostluk, sadece eğlenceli zamanlarda yanında olmak değil, bazen seni uyarmak ve doğru olanı yapmanı sağlamak demektir.”
Ali bir an duraksamış. Mert’in sözleri kulağında yankılanıyormuş. Genellikle cesaretin en büyük güç olduğunu sanmıştı ama Mert ona cesaretin sadece tehlikeye atılmak olmadığını, bazen tehlikeden kaçınmanın da bir cesaret olduğunu hatırlatıyordu.
Ali başını kaldırıp dostuna bakmış. “Peki, dostum,” demiş gülümseyerek. “Sana güveniyorum. Eğer gitmemiz gerekiyorsa, gidelim.”
Mert, Ali’nin kararından emin olduğundan emin bir şekilde başını sallamış. Hemen çantalarını sırtlanmışlar ve kapıya yönelmişler.
Dışarı çıktıklarında rüzgar hala sert esiyormuş ama yağmurun şiddeti biraz azalmış gibi görünüyormuş. Mert önde, Ali arkada, dikkatlice yürümeye başlamışlar.
Toprak, yağmurun etkisiyle kayganlaşmıştı. Ali bir an ayağı kayarak düşecek gibi olmuş ama Mert hemen elini uzatarak onu tutmuş. “Dikkat et!” demiş endişeyle.
Ali hafifçe gülümseyerek, “Teşekkürler. Sen olmasaydın yüzüstü çamura kapaklanmış olurdum,” demiş.
Mert, “Dostlar bunun için var,” diyerek yürümeye devam etmiş.
Yolları engebeli ve tehlikeliydi. Patikadan geçerken bazen çamura saplanıyor, bazen de rüzgarın etkisiyle zorlanıyorlardı. Ama birbirlerine destek olarak ilerlemişler.
Bir süre sonra, önlerine geniş bir dere çıkmış. Yağmurun etkisiyle su seviyesi yükselmiş, akıntı hızlanmıştı. Normalde rahatça atlayıp geçebilecekleri taşlar, şimdi kaygan ve tehlikeli görünüyordu.
Ali tereddütle durup derin bir nefes almış. “Bunu nasıl geçeceğiz?”
Mert bir süre düşündükten sonra çevreye bakmış. Biraz ötede yere devrilmiş sağlam bir ağaç gövdesi görmüş. “Orayı kullanabiliriz,” demiş.
Ali başını sallamış. Mert öne geçmiş ve gövdeye dikkatlice basarak yürümeye başlamış. Ali de onu takip etmiş. Ancak tam karşıya geçerken, Ali’nin ayağı kaymış ve dengesini kaybetmiş!
Mert hızla geriye dönüp Ali’nin kolunu yakalamış. “Sıkı tutun!” diye bağırmış.
Ali, dostunun desteğiyle kendini toparlayıp güvenli tarafa atlamış. Kalbi hızla çarpıyormuş.
Mert ona dönerek gülümsemiş. “Neredeyse suya düşüyordun,” demiş.
Ali derin bir nefes alarak, “Evet, ama sen vardın,” demiş.
İkisi de karşıya geçtiklerinde derin bir nefes almış ve birbirlerine bakmışlar. Bu yolculuk sadece kasabadan kitap getirme görevi olmaktan çıkmıştı. Bu, dostluklarının en büyük sınavıydı.
Yolun sonunda, köyün ışıkları gözükmeye başlamıştı. O an Ali durup Mert’e dönmüş.
“Gerçekten haklıydın,” demiş içten bir gülümsemeyle. “Dostluk, tehlike anında yalnız bırakmamak değil, yanlış yapıyorsak doğruyu göstermekmiş.”
Mert de gülümsemiş. “Ve bazen dostluk, cesaretin tek başına değil, birlikte yürümek olduğunu bilmektir,” demiş.
İkisi de köye vardıklarında sırılsıklam olmuş ama mutluymuş. Yağmurdan kaçmak için girdikleri o kulübe, aslında onlara en büyük hayat dersini vermişti:
Gerçek dostluk, yalnızca güzel günlerde değil, en zor anlarda da birlikte olmaktı.
Ve o günden sonra, ne zaman bir karar almaları gerekse, birbirlerine sorarlarmış:
“Bunu tek başımıza mı yapmalıyız, yoksa birlikte mi?”
Ve cevap her zaman aynı olurmuş:
“Birlikte.”
Fırtına Dostluğu Hikayesi burada sona erdi. Fırtına Dostluğu Hikayesi gibi Dostluk Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.