Ali, sabah erkenden uyandığında içini garip bir heyecan kaplamıştı. Bugün, hayatında yeni bir sayfa açılacaktı. İlk kez bir okula gidecekti. O güne dek derslerini evde almış, öğretmenleri onun evine gelmişti. Ama şimdi, herkes gibi bir sınıfa girecek, teneffüslerde bahçeye çıkacak, arkadaşlar edinecekti.
Bacakları doğuştan güçlü değildi. Küçük yaşlardan itibaren tekerlekli sandalye kullanıyordu. Annesi ona, bunun onu farklı biri yapmadığını, sadece bazı şeyleri diğer çocuklardan biraz daha farklı yapacağını anlatmıştı. Ama yine de içinde bir endişe vardı. Çocuklar ona nasıl davranacaktı? Onu dışlarlar mıydı? Yoksa bir arkadaş edinebilir miydi?
Annesi Ali’nin yanına gelip saçlarını düzeltti. “Hazır mısın, yakışıklı oğlum?” diye sordu. Ali başını salladı. Annesi her zamanki gibi içten bir gülümsemeyle, “Bu senin günün olacak, inan bana,” dedi.
Okul binasına yaklaştıklarında, bahçede koşuşturan çocukları gördü. Kimi top oynuyor, kimi birbirini kovalamaca oynuyordu. Hepsi çok neşeliydi. Annesi tekerlekli sandalyeyi yavaşça ileri iterken, bazı çocukların onlara baktığını fark etti. Bazıları merakla, bazıları ise şaşkınlıkla gözlerini ona dikmişti. İçindeki huzursuzluk biraz daha arttı.
Okulun girişinde, okul müdürü ve öğretmeni onu bekliyordu. Müdür Bey gülümseyerek, “Ali, seni burada görmek ne güzel!” dedi. Öğretmeni de başını sallayıp ekledi: “Sınıftaki çocuklar seninle tanışmak için sabırsızlanıyor.”
Ali, annesine sıkıca sarıldıktan sonra öğretmeniyle birlikte sınıfa doğru ilerledi. Kapının önüne geldiklerinde derin bir nefes aldı. Öğretmeni, ona cesaret verici bir bakış attıktan sonra kapıyı açtı.
Sınıftaki çocuklar, Ali içeri girdiğinde konuşmalarını kestiler. Herkes dönüp ona bakıyordu. Ali, kendini tanıtması gerektiğini biliyordu ama kalbi hızla çarpıyordu. Öğretmeni elini omzuna koydu ve “Çocuklar, bu Ali. Bugün itibarıyla sınıf arkadaşınız olacak. Hepimiz ona hoş geldin diyelim, olur mu?” dedi.

Sınıf bir ağızdan, “Hoş geldin, Ali!” diye seslendi. Ali, başını eğerek hafifçe gülümsedi.
Öğretmen ona önceden hazırlanmış bir sırayı gösterdi. Sıra diğerlerinden biraz farklıydı; sandalyeye ihtiyacı olmayan bir masa gibiydi. Ali sessizce yerine geçti. Yanındaki çocuk, merakla ona bakıyordu. Kıvırcık saçları olan, gözleri pırıl pırıl parlayan bu çocuk, ona yaklaşarak, “Ben Kerem,” dedi. “Nasıl bir şey bu tekerlekli sandalye? Çok hızlı gidebiliyor musun?”
Ali gülümsedi. “Hızlı gitmek istiyorsam, biraz daha güç kullanmam gerekiyor,” diye yanıtladı.
Kerem başını salladı. “Bence çok havalı. Benim bisikletim gibi!”
Bu söz Ali’yi güldürdü. İlk kez birisi ona farklı biriymiş gibi bakmıyordu. Ama daha gün bitmemişti ve Ali’nin hala aşması gereken şeyler vardı.
İlk ders bittiğinde teneffüs zili çaldı. Çocuklar hızla bahçeye koşarken, Ali bir an duraksadı. Ne yapacaktı? Tekerlekli sandalyesiyle dışarı çıkmak kolaydı ama diğerleri gibi oyun oynayabilir miydi?
Kerem, Ali’nin yanına geldi. “Gel, bahçeye çıkalım,” dedi. Ali tereddüt etti. “Ama ben senin gibi koşamam…”
Kerem omuz silkti. “Olsun, sen de kendi tarzında hareket ediyorsun. Hem belki bizim oyunumuza yeni kurallar ekleyebiliriz.”
Bu fikir Ali’nin hoşuna gitmişti. Kerem, Ali’nin sandalyesini nazikçe iterken bahçeye çıktılar. Birkaç çocuk uzaktan onlara bakıyordu. Kimi meraklı, kimi biraz çekingen görünüyordu.
O sırada, çocuklardan biri yaklaşıp, “Bizimle oyun oynar mısın?” diye sordu. Ali şaşırmıştı. “Ama hangi oyun?” diye sordu.
Kerem heyecanla, “Hadi yarış yapalım! Sen tekerlekli sandalyeyle, biz de koşarak yarışırız,” dedi.
Çocuklar bu fikri heyecanla kabul etti. Ali önce biraz çekinse de, sonra bir cesaret geldi ve gülümseyerek, “Tamam!” dedi.
Başlangıç çizgisi çizildi. Çocuklar dizildi, herkes hazırdı. Bir çocuk, “Hazır, başla!” diye bağırınca, herkes hızla harekete geçti. Ali elleriyle tekerlekleri çevirdi, diğerleri de var güçleriyle koştu.
İlk başta çocuklar hızlıydı, ama Ali de kendini zorlamaya başlamıştı. Tekerlekleri daha güçlü döndürdü ve neredeyse hepsini yakalamıştı. Çocuklar gülerek birbirlerine bakıyor, Ali’nin onları geçmeye çalışmasını heyecanla izliyorlardı. Sonunda hep birlikte bitiş çizgisine vardılar.
Herkes nefes nefese kalmıştı ama en önemlisi, kimse kaybetmemişti. Çocuklar Ali’ye dönüp, “Bu çok eğlenceliydi!” dediler.
Ali, uzun zamandır hissetmediği bir şeyi hissetti: Bir grubun parçası olmayı…
Kerem kolunu Ali’nin omzuna attı. “Artık sen de bizim takımdansın,” dedi.
O an Ali anladı ki dostluk, insanları dış görünüşlerine göre seçmek değil, birbirini olduğu gibi kabul etmekti. Ve artık okul, onun için sadece bir bina değil, gerçek dostlar edindiği bir yuva olmuştu.
Engelsiz Dostluk Hikayesi burada sona erdi. Engelsiz Dostluk Hikayesi gibi Dostluk Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.