Bir sonbahar sabahıydı. Yapraklar sararmış, ağaçlardan birer birer dökülmeye başlamıştı. Güneş, bulutların arasından hafifçe sızıyor, serin rüzgâr yerlerdeki yaprakları hışırdatarak savuruyordu. Küçük kasabanın tam ortasında, eski taş okulun bahçesinde bir hareketlilik vardı. Okulun önündeki büyük ceviz ağacının gölgesinde iki çocuk oturmuş, sessizce birbirlerine bakıyorlardı.
Mert ve Can… İkisi de on yaşındaydı. Küçüklüklerinden beri aynı mahallede büyümüş, aynı sınıfta okumuş, birlikte oynamışlardı. Mahallenin sokaklarında koşturmuş, bisikletleriyle tozu dumana katmışlardı. Ama son günlerde aralarında bir soğukluk vardı. Birbirlerinden uzaklaşmışlar, eski neşeleri kaybolmuştu.
Mert, kara gözlerini yere dikmiş, ayakkabısının ucuyla toprağı eşeliyordu. Can ise kollarını göğsünde kavuşturmuş, göz ucuyla Mert’e bakıyordu. Birbirlerine söylemek istedikleri çok şey vardı ama ikisi de ilk adımı atamıyordu.
Her şey geçen hafta olmuştu. Okulun bahçesinde futbol oynarlarken Can, Mert’e yanlışlıkla sert bir çelme takmış ve Mert yere düşmüştü. Dizleri sıyrılmış, avuçları çizilmişti. O an Can, gülerek “Bir şeyin yok ya, abartma!” demişti. Mert ise, Can’ın gülmesine içerlemiş, o günden sonra onunla konuşmamaya başlamıştı. Küçük bir olay gibi görünse de Mert için önemliydi. Can’ın onu hiç düşünmediğini, onunla dalga geçtiğini sanmıştı.
O günden beri ne birlikte ders çalışmışlar ne de okul çıkışı parka gitmişlerdi. Mert, Can’ın gerçekten umursamaz biri olup olmadığını merak ediyordu. Can ise, Mert’in neden bu kadar alındığını anlamıyordu.
O gün teneffüste, öğretmenleri Elif Hanım onları fark etti. Birbirinden uzak duran iki dostu yanına çağırdı ve derin bir sessizlik içinde onlara baktı.
“Size bir hikâye anlatayım mı?” dedi Elif Hanım gülümseyerek. Çocuklar başlarını salladılar.
“Eskiden iki iyi arkadaş varmış. Her şeyi birlikte yapar, oyunlar oynar, sırlarını paylaşır, birbirlerine güvenirlermiş. Bir gün biri diğerine yanlışlıkla zarar vermiş. Ama hatasını fark edip özür dilemek yerine beklemiş. Çünkü dostunun onu affedeceğini sanıyormuş. Diğeri ise, arkadaşının hatasını anlayıp üzülmesini beklemiş. Ama hiçbir şey değişmeyince her şey daha da kötü olmuş. Ve sonunda, küçücük bir yanlış anlaşılma yüzünden yolları ayrılmış. Onları neyin ayırdığını biliyor musunuz?”

Mert ve Can merakla başlarını kaldırdılar.
“Konuşmamak,” dedi Elif Hanım. “Bazen bir şeyleri anlamak için sormak, konuşmak, anlatmak gerekir. Çünkü gerçek dostluk, yanlış anlamaları aşabilen dostluktur.”
Mert ve Can birbirlerine baktılar. İlk defa ikisi de sessiz kalmanın onları daha da uzaklaştırdığını fark etti.
O gün ders çıkışı Can, Mert’in yanına yaklaştı. Gözlerini kaçırarak, “O gün seni gerçekten incittiysem özür dilerim,” dedi. “Ama inan bana, seni üzdüğümü fark etmemiştim.”
Mert içini çekti. “Biliyorum. Ama ben de bir şey söylemeden durdum ve her şey daha kötü oldu,” dedi.
İkisi de başlarını sallayarak gülümsediler. Sonra eski günlerdeki gibi birlikte yürüyerek mahalleye doğru yola koyuldular.
Ama dostluklarını sınayacak başka bir olayın yaklaşmakta olduğunu henüz bilmiyorlardı.
Günler geçtikçe, Mert ve Can yeniden eskisi gibi olmuştu. Birlikte ödev yapıyor, okul bahçesinde oyun oynuyorlardı. Ancak bir gün, kasabada büyük bir yarışma düzenleneceği duyuruldu.
Bu yarışma, kasabanın geleneksel bilgi ve beceri yarışmasıydı. Çocuklar, takım halinde katılıp sorulara ve fiziksel aktivitelere dayalı zorlu bir parkuru tamamlamak zorundaydı. Yarışmayı kazanan takım büyük bir ödül alacaktı.
Mert ve Can hemen bir takım kurdu. İkisi de çok heyecanlıydı. Ama yarışma günü yaklaşırken, beklenmedik bir şey oldu.
Yarışmanın sabahında Mert’in karnı ağrımaya başladı. Can onu yarışmaya katılması için ikna etmeye çalıştı ama Mert kendini iyi hissetmiyordu.
“Yalnız katılsan bile kazanabilirsin,” dedi Mert. “Sen her zaman iyiydin.”
Ama Can başını iki yana salladı. “Hayır,” dedi kesin bir sesle. “Biz bu yarışmaya birlikte katıldık. Eğer sen yokken kazanırsam, bu benim için hiçbir anlam ifade etmez.”
Mert şaşkınlıkla ona baktı. Can’ın kazanmak için her şeyi yapacağını sanıyordu ama dostluğu her şeyin önüne koyduğunu görmek onu duygulandırdı.
“Gerçekten mi? Ama ben…”
Can gülümsedi. “Ben senin dostunum. Bir yarışma için dostumu yalnız bırakmam.”
Mert derin bir nefes aldı. O an, Can’ın gerçekten nasıl biri olduğunu anladı. Bir dost sadece oyun oynarken değil, zor zamanlarda da yanında olandı.
Ertesi gün, Mert iyileştiğinde Can ona her şeyi anlattı. Yarışmaya katılmamıştı ama bu onun için önemli değildi. Önemli olan Mert’in iyi olmasıydı.
O günden sonra, Mert ve Can’ın dostluğu daha da güçlendi. Artık her küçük yanlış anlaşılmada susmak yerine, konuşarak çözüm buluyorlardı.
Ve anladılar ki, gerçek dostluk kazanmak değil, birbirini kaybetmemekti.
En İyi Dostlar Hikayesi burada sona erdi. En İyi Dostlar Hikayesi gibi Dostluk Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.