Mahalle arasındaki küçük futbol sahasında her akşam çocukların kahkahaları yankılanırdı. Saha, pek lüks değildi. Yerde taşlarla belirlenmiş kale çizgileri, yamuk bir kale direği ve etrafını çevreleyen birkaç eski tel örgü vardı. Ama bu, çocuklar için hiç önemli değildi. Burada futbol oynarken zaman su gibi akardı.
Bu sahanın değişmez oyuncularından biri de Mert’ti. On bir yaşındaki bu hareketli çocuk, futbol oynamayı ve arkadaşlarıyla vakit geçirmeyi çok severdi. Onun en yakın dostu ise Can’dı. İkisi de aynı sınıftaydı. Sabahları okula birlikte gider, derslerde yan yana oturur, teneffüslerde aynı sırada sandviç yerlerdi.
O gün okuldan eve dönerken Mert’in içinde tuhaf bir heyecan vardı. Babası ona bir sürpriz yapacaklarını söylemişti. Acaba ne olabilirdi? Koşar adımlarla eve girdiğinde annesi ve babası onu gülümseyerek karşıladı.
— Mert, doğum gününde sana uzun zamandır istediğin bisikleti alacağız!
Mert’in gözleri parladı.
— Gerçekten mi? Kırmızı olanı mı?
Babası başını salladı.
— Evet, tam da istediğin gibi!
Mert sevincini daha fazla tutamadı, çantasını fırlattığı gibi evden dışarı çıktı. Can’ın evine doğru hızla koştu. Ayakkabıları kaldırıma her değdiğinde kalbinin heyecanla çarptığını hissediyordu. Kapıyı çaldığında Can’ın annesi açtı.
— Can evde mi?
Kadın gülümseyerek başını salladı.
— Odasında, çıkabilirsin.
Mert merdivenleri ikişer ikişer atlayarak yukarı çıktı ve kapıyı açar açmaz, “Can! Sana harika bir haberim var!” diye bağırdı.
Can yatağında oturuyordu, elinde bir kitap vardı ama pek okumuyormuş gibi görünüyordu. Mert’in neşeli hali karşısında şaşkınlıkla başını kaldırdı.
— Babam bana doğum günümde kırmızı bisiklet alacak!
O an odada bir sessizlik oldu. Mert’in beklediği coşkulu tepki gelmemişti. Can’ın yüzü bir an değişti. Dudaklarının kenarı yukarı kalktı ama gözleri pek gülmüyordu.
— Harika… Güle güle kullan.

Mert bir şeylerin ters gittiğini hissetti. Normalde Can, onun sevincine hemen ortak olurdu. Geçen yıl Mert’in yeni futbol ayakkabılarını aldığı günü hatırlıyordu. O zaman Can onunla birlikte heyecanlanmış, hemen sahaya inip denemeleri için sabırsızlanmıştı. Ama şimdi… Şimdi bir gariplik vardı.
“Acaba Can’ın bir sorunu mu var?” diye düşündü ama üstelemedi.
Ertesi gün okulda Mert, heyecanla bisikletini anlatırken arkadaşları mutlulukla onu tebrik etti.
— Bizi de sürersin, değil mi? diye şakalaştı Selin.
— Bence yarış yapmalıyız! diye ekledi Kerem.
Mert, arkadaşlarının ilgisinden mutlu olmuştu ama Can, onların arasında sessizce duruyordu. Başını önüne eğmiş, yerdeki taşları tekmeliyordu. Bir an için göz göze geldiler. Mert, Can’ın gözlerindeki tuhaf bakışı fark etti ama anlam veremedi.
— Can, sen de heyecanlanmadın mı? diye sordu gülümseyerek.
Can başını salladı ama yine o sahte gülümsemeyi yaparak, “Tabii ki,” dedi.
Mert, içindeki tuhaf hissi bastırmaya çalışarak konuşmaya devam etti. O gün boyunca Can’ın neden böyle davrandığını düşündü ama bir türlü cevabını bulamıyordu.
Günler hızla geçti ve nihayet Mert’in doğum günü geldi çattı. Sabah uyandığında evlerinin bahçesinin rengarenk süslendiğini gördü. Annesi ve babası büyük bir özenle masa hazırlıyordu. Üzerinde çikolatalı pasta, meyve suları, rengârenk şekerlemeler vardı.
Ama Mert’in asıl heyecanlandığı şey köşede duran kırmızı bisikletiydi. Parlak gövdesi güneşte ışıldıyor, simsiyah tekerlekleriyle adeta onu çağırıyordu.
— Bu harika! diye bağırdı Mert ve sevinçle bisikletin gidonunu tuttu.
Kısa süre sonra arkadaşları da gelmeye başladı. Herkes Mert’e hediyeler getirmişti. Birkaç kişi bisikletin başına toplanıp, “Ne kadar güzel! Çok şanslısın Mert!” diyerek onu tebrik ediyordu.
Ama Mert, gelenler arasında Can’ı göremedi. Saatler geçiyor, arkadaşları sırayla bisikleti denemek istiyor ama Can hâlâ ortalarda görünmüyordu.
— Nerede kaldı bu çocuk? diye mırıldandı Mert.
Parti devam etti, pastalar yendi, oyunlar oynandı. Ama Mert’in aklı hep Can’daydı. Saatler ilerledikçe içindeki burukluk büyüyordu. “Yoksa unuttu mu?” diye düşündü. Ama Can böyle bir şeyi asla unutmazdı…
Gece olduğunda, bahçede herkes dağılmıştı. Mert, bisikletinin yanında oturmuş, ayağıyla yere hafifçe vuruyordu. Gökyüzüne baktığında ayın solgun ışığını gördü. İçinde tarif edemediği bir boşluk vardı.
Can neden gelmemişti?
Bu, onun en mutlu günüydü ama en yakın dostu yanında olmadan eksik kalmış gibi hissediyordu.
Mert, ertesi sabah okula giderken hâlâ Can’ın neden doğum gününe gelmediğini düşünüyordu. İçinde hafif bir kırgınlık vardı. Belki hasta olmuştu, belki de ailesi bir yere gitmek zorunda kalmıştı. Ama en azından bir mesaj atabilirdi, değil mi?
Okul bahçesine girdiğinde gözleri hemen Can’ı aradı. Can, bahçenin köşesinde, elinde taşlarla oynuyordu. Mert derin bir nefes alarak yanına gitti.
— Can, neden dün gelmedin? Seni çok bekledim.
Can başını kaldırmadan, ayakkabısının ucuyla toprağı eşeledi.
— Başım ağrıyordu, o yüzden gelmedim.
Mert, Can’ın gözlerine baktı. Onu çok iyi tanıyordu. Yalan söylemiyordu ama asıl sebebin bu olmadığını hissetmişti. Can böyle davrandığında genellikle bir şeylerden kaçıyordu.
— Gerçek nedeni söyle, Can.
Can bir süre sustu. Sonra derin bir nefes alarak, alçak bir sesle konuşmaya başladı.
— Kıskandım, Mert.
Mert şaşkınlıkla gözlerini kırptı.
— Ne?
Can, utanarak başını önüne eğdi.
— Senin bisikletin olduğu için mutlu olacağıma, içimde garip bir his belirdi. Çünkü ben de bisiklet istiyorum ama babam alamayacağımızı söyledi. Dün doğum gününe gelirsem kendimi kötü hissedeceğimi düşündüm. İçimde bir ses ‘Neden onun var da benim yok?’ diye fısıldıyordu. Bu yüzden gelmemek en iyisi gibi geldi. Ama sonra düşündüm de… Bunu yaparak seni üzdüğümü fark ettim.
Mert’in içi burkuldu. Can’ın böyle hissettiğini hiç tahmin etmemişti. Birkaç saniye ne diyeceğini bilemedi. Sonra Can’ın omzuna dostça bir dokunuş yaptı.
— Can, ben de bazen kıskanıyorum. Geçen sene senin yeni futbol topun olduğunda, benimkisi yırtıktı ve çok üzülmüştüm. Ama sonra ne yaptık? Topunu paylaşarak oynadık. Sen benim en iyi arkadaşımsın, bisikletim de seninle!
Can şaşkınlıkla başını kaldırdı.
— Nasıl yani?
— Gel, okul çıkışı benimle mahallede tur atalım. Bisikleti sırayla süreriz. Beraber keyif alırız. Hem biliyor musun, tek başıma sürmek o kadar da eğlenceli değilmiş.
Can’ın yüzüne hafif bir gülümseme yayıldı. Gözleri ilk defa biraz ışıldıyordu.
— Gerçekten mi?
— Tabii ki! Dostlar paylaşır, değil mi?
O gün okul bittiğinde, Can ve Mert birlikte evlerine doğru yürüdüler. Eve vardıklarında Mert, bisikletini avludan çıkardı ve Can’a uzattı.
— Önce sen sür, hadi bakalım!
Can önce biraz çekindi, sonra heyecanla gidonu tuttu ve pedallara bastı. Rüzgâr saçlarını savururken, yüzünde tarifsiz bir mutluluk vardı.
Mert, Can’ı izlerken içini büyük bir rahatlık kapladı. Bisikletini paylaşarak dostluğu kazanmıştı. Can biraz ilerleyip döndükten sonra gülerek bağırdı:
— Şimdi sıra sende, Mert!
Mert de bisikletin üzerine atladı ve birlikte mahallede uzun bir tur attılar. Gülüyor, birbirleriyle şakalaşıyorlardı. O an fark etti ki mutluluğu paylaşmak, ona sahip olmaktan çok daha değerliydi.
Bazen insan, en iyi dostunun gerçekten dost olup olmadığını zor zamanlarda değil, mutlu anlarında anlıyordu. Çünkü gerçek dostluk, yalnızca acıyı değil, sevinci de paylaşabilmekti.
Dost Muyuz Hikayesi burada sona erdi. Dost Muyuz Hikayesi gibi Dostluk Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.