Bir zamanlar, yemyeşil tepelerle çevrili, bereketli topraklara sahip küçük bir köy varmış. Bu köyde yaşayan insanlar, doğayla uyum içinde, huzurlu bir hayat sürerlermiş. Sabahları horozların ötüşüyle uyanır, gün doğmadan tarlalarına gider, akşamları ise büyük çınarın altında toplanarak sohbet ederlermiş. Köyün en kıymetli hazinesi ise tam ortasında yer alan eski kuyuydu.
Bu kuyu, köylüler için sadece bir su kaynağı değil, aynı zamanda hayatın ta kendisiydi. Onlar için su, bereket demekti. Çiftçiler tarlalarını bu suyla sulardı, kadınlar evlerinin ihtiyaçlarını buradan karşılar, çocuklar ise kuyunun çevresinde oynayarak neşeyle vakit geçirirdi. Her sabah, büyükten küçüğe herkes kuyunun başında toplanır, su çeker ve birbirleriyle selamlaşırdı. Ancak bir gün, hiç beklenmedik bir şey oldu.
Sabahın erken saatlerinde, köyün en yaşlı kadını olan Zübeyde Nine, her zamanki gibi kuyudan su almak için gelmişti. Elindeki bakır kovayı kuyunun içine saldı ama kova, suyun serin dokunuşunu hissetmeden sert bir yüzeye çarptı. Zübeyde Nine kaşlarını çattı, ipi hızla yukarı çekti ve kovayı tekrar saldı. Ama sonuç değişmedi.
Merakı korkuya dönüşen kadın, çevredeki birkaç köylüyü çağırdı. “Evlatlarım, kuyu kurumuş olabilir mi?” diye seslendi. Gençlerden biri kuyunun içine eğilip baktı, ardından derin bir nefes aldı. “Burada su yok!” dedi endişeyle.
Bu haber, köyde bir anda yayıldı. Herkes kuyunun başına toplandı. Kadınlar kovalarını tutarak şaşkınlıkla kuyunun içine bakarken, çocuklar annelerinin yüzündeki endişeyi sezerek oyunlarını bırakmıştı. Yaşlı adamlar sakallarını sıvazlayarak fısıltılarla konuşmaya başladılar.
Kuyunun kuruması köylüler için büyük bir felaketti. Su olmadan tarlalar sulanamaz, hayvanlar susuz kalır, günlük yaşam sekteye uğrardı. İçlerinden biri, “Belki de bu Allah’ın bize gönderdiği bir uyarıdır,” diye mırıldandı. Kimileri hemen başka bir su kaynağı aramayı önerdi, kimileri ise kuyunun neden kuruduğunu araştırmadan harekete geçmenin yanlış olacağını söyledi.
Köyün en bilge insanı olan yaşlı Halid, bastonuna dayanarak ağır adımlarla kuyunun başına geldi. Derin bir nefes aldı ve etrafına bakarak, “Evlatlarım, bu bir sınav olabilir,” dedi. “Allah bizden sabır ve akıl ile hareket etmemizi ister. Acele edip ümitsizliğe kapılmadan, önce kuyunun neden kuruduğunu anlamalıyız.”
Herkes birbirine baktı. Bu sözler, içlerine biraz olsun su serper gibi olmuştu ama hâlâ bir belirsizlik hâkimdi. Çünkü kimse, kuyunun neden kuruduğunu bilmiyordu.
Bu sırada, on yaşındaki Salih kalabalığın arasında sessizce olanları izliyordu. Salih, köydeki diğer çocuklardan farklıydı. Her şeye merakı vardı, en küçük olayları bile saatlerce düşünürdü. Babası ona her zaman, “Bilmek isteyen daima sorular sormalıdır, evlat,” derdi. Şimdi de zihninde tek bir soru yankılanıyordu: “Bu kuyu neden kurudu?”
Salih, bir adım öne çıkıp, “Kuyunun kurumasının sebebini bulabilir miyiz?” diye sordu. Bazı köylüler onun bu sorusuna gülümseyerek karşılık verdi, kimileri ise çocukça bir düşünce olduğunu düşündü. Ama yaşlı Halid onun cesaretinden memnun kalmıştı.
“Güzel bir soru, evlat,” dedi. “Bunu öğrenmek için düşünmemiz ve çabalamamız gerekir. Bu dünyada hiçbir şey kendiliğinden olmaz.”
Salih, kuyunun nasıl çalıştığını düşündü. Su nereden gelirdi? Nereye giderdi? Aklına bir fikir geldi. “Belki de kuyunun altındaki su yolları tıkanmıştır,” diye mırıldandı.
Ancak bunu nasıl doğrulayacaklarını bilmiyordu. O sırada en yakın arkadaşı Yusuf yanına yaklaştı. Yusuf, Salih gibi meraklı olmasa da onun fikirlerini her zaman desteklerdi. “Belki de köyün dışındaki yaşlı Hasan Amca bize yardımcı olabilir,” dedi.
Hasan Amca, gençliğinde pek çok yolculuk yapmış, farklı yerlerde bulunmuş, bilgili bir adamdı. Salih ve Yusuf hemen karar verdiler. Ertesi sabah, Hasan Amca’yı ziyaret edecek ve kuyunun neden kuruduğunu anlamaya çalışacaklardı.
O gece, Salih yatağında döner durdu. Aklında kuyunun kurumasıyla ilgili birçok düşünce vardı. Eğer kuyuyu eski hâline getirebilirlerse, köydeki herkesin hayatı normale dönebilirdi. Ama bunu nasıl yapacaklarını bilmeleri gerekiyordu.
Sabahın ilk ışıklarıyla, Salih ve Yusuf yola koyuldular. Kalpleri umut doluydu. Belki de Hasan Amca, onlara bu gizemi çözmeleri için bir yol gösterecekti.
Salih ve Yusuf, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte köyün dışındaki Hasan Amca’nın kulübesine doğru yola koyuldular. Yol boyunca ayaklarının altındaki kuru yapraklar hışırdıyor, esen rüzgâr, ağaç dallarını hafifçe sallıyordu. Salih, kuyunun neden kuruduğunu öğrenmek için sabırsızlanıyordu, Yusuf ise en az onun kadar heyecanlıydı. Hasan Amca’nın bilgeliğini herkes bilirdi, belki de onların sorularına cevap verebilirdi.

Kulübeye vardıklarında, yaşlı adam bahçesinde oturmuş, eski bir kitabı inceliyordu. İki çocuğu görünce gülümsedi ve onları yanına çağırdı. “Hoş geldiniz, evlatlarım. Sabah sabah buraya kadar neden geldiniz?” diye sordu.
Salih, kuyunun kuruduğunu, köy halkının endişe içinde olduğunu ve sebebini anlayamadıklarını anlattı. Hasan Amca, başını sallayarak dinledi. Ardından, gözlerini uzaklara dikip bir süre düşündü.
“Evlatlarım,” dedi sonunda, “bunun sebebini öğrenmek için size bir hikâye anlatacağım. Bu hikâye size, sabrın ve çalışmanın gücünü gösterecek.”
İki çocuk dikkatle kulak kesildi.
“Çok eski zamanlarda,” diye başladı Hasan Amca, “Hazreti İsmail ve annesi Hacer, çölün ortasında yalnız kalmışlardı. Yanlarında ne su vardı ne de yiyecek. Güneş, yakıcı ışıklarıyla kumları kavururken, Hacer annemiz, küçük oğlu İsmail’in susuzluktan ağladığını görüyordu. Oğluna su bulabilmek için Safa ve Merve tepeleri arasında koşarak çare aradı. Defalarca gidip geldi ama su bulamadı.
Tam ümidi kesmek üzereyken, İsmail’in ayaklarını vurduğu yerden bir su kaynağı fışkırdı! O an Hacer annemiz anladı ki, Allah sabredenleri asla yalnız bırakmaz. İşte o su, bugün hâlâ var olan Zemzem suyudur.”
Salih ve Yusuf, büyük bir hayranlıkla Hasan Amca’yı dinliyordu. Hikâyeden etkilenmişlerdi ama henüz kuyunun neden kuruduğunu tam olarak anlayamamışlardı. Hasan Amca, onların yüzündeki merakı fark etti ve gülümsedi.
“Çocuklar, bazen hayat bize zorluklar çıkarır. Ancak bu, Allah’ın bizi unuttuğu anlamına gelmez. Bize düşen, sabretmek, çözüm aramak ve Allah’a güvenmektir. Belki de sizin kuyunuz da bir sınavdır. Ama unutmayın, Allah çalışanı, arayanı ve sabredeni sever.”
Salih, derin bir nefes aldı. Hasan Amca’nın anlattıkları ona cesaret vermişti. “Peki, biz ne yapmalıyız?” diye sordu.
Hasan Amca, elindeki kitabı kapattı ve gülümseyerek, “Öncelikle kuyunun neden kuruduğunu anlamak için inceleme yapmalısınız,” dedi. “Belki de toprağın altındaki su yolları tıkanmıştır. Bunu öğrenmeden bir çözüm üretemezsiniz.”
Salih ve Yusuf heyecanla köye geri döndü. Yol boyunca birbirlerine fikirler attılar. “Belki de kuyunun içine inmeliyiz,” dedi Yusuf. “Ama nasıl?” diye düşündü Salih.
Köye vardıklarında, tüm halk kuyunun başında toplanmıştı. Herkes bir çözüm bekliyordu. Salih ve Yusuf hemen yaşlı Halid’in yanına gittiler ve Hasan Amca’nın söylediklerini aktardılar.
Yaşlı adam başını sallayarak, “Bu mantıklı bir fikir,” dedi. “O zaman hep birlikte çalışıp, kuyuyu incelemeliyiz.”
Köylüler, hemen işe koyuldular. Bazıları kuyunun duvarlarını kontrol etti, bazıları ise kuyunun dibine inmeye karar verdi. İpler hazırlandı, güçlü gençlerden biri kuyuya indi. Kısa bir süre sonra yukarıdan bir ses geldi:
“Burada bir tıkanıklık var! Toprak, taşlarla dolmuş ve suyun akışını kesmiş.”
Köylüler büyük bir heyecanla hemen çalışmaya başladılar. Kürekler ve elleriyle toprağı temizlediler, taşları çıkardılar. Saatler süren emeğin sonunda, kuyunun dibinden incecik bir su damlası süzüldü. Ardından birkaç damla daha… Ve bir anda, su tekrar fışkırmaya başladı!
Köylüler sevinçle birbirlerine sarıldılar. Çocuklar neşeyle bağırdı, kadınlar dualar etti. Kuyunun suyu geri gelmişti!
Yaşlı Halid, Salih ve Yusuf’un başını okşayarak, “Siz bize büyük bir ders verdiniz çocuklar,” dedi. “Sabretmenin, çalışmanın ve Allah’a güvenmenin ne kadar önemli olduğunu bize hatırlattınız.”
O günden sonra köydeki herkes, karşılarına bir zorluk çıktığında hemen pes etmemeyi, çözüm aramayı ve sabırlı olmayı öğrendi. Salih ve Yusuf ise, bu olaydan sonra daha da meraklı oldular, her zaman yeni şeyler öğrenmek için çabalamaya devam ettiler.
Ve kuyunun etrafında bir araya gelen köylüler, her su içtiklerinde Hazreti İsmail ve Hacer annemizi hatırlayarak, sabır ve güvenin gücünü asla unutmadılar.
Dini Çocuk Hikayesi burada sona erdi. Dini Çocuk Hikayesi gibi Dini Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.