Küçük Yusuf, mahallesindeki caminin avlusunda arkadaşlarıyla oynarken uzakta bir çocuğun tek başına oturduğunu fark etti. Çocuk, cami duvarının dibine sinmiş, başını dizlerine yaslamıştı. Elbiseleri toz içindeydi, ayakkabıları ise eskiydi. Gözlerinde hem bir hüzün hem de bir ürkeklik vardı.
Yusuf, merakla arkadaşlarına döndü.
“Şu çocuğu tanıyor musunuz?” diye sordu .Din Kardeşliği Hikayesi
Ahmet omzunu silkti. “Hayır, ilk defa görüyorum.”
Zeynep, hafifçe başını sallayarak, “Belki de yeni taşınmıştır,” dedi.
Ama Yusuf’un içi rahat etmedi. Birisinin böyle yalnız oturması ona garip gelmişti. Üstelik çocuk üzgün görünüyordu. Bu yüzden yanına gitmeye karar verdi. Arkadaşları da onun peşinden geldi.
Yusuf dikkatlice yaklaşıp yavaşça, “Merhaba,” dedi. “Burada neden tek başına oturuyorsun?”
Çocuk başını kaldırdı, gözlerinde çekingen bir ifade vardı.
“Ben… yeni geldim buraya,” diye mırıldandı.
Yusuf gülümsedi. “O zaman hoş geldin! Adın ne?”
“Salih…”
“Güzel isim!” dedi Yusuf içtenlikle. “Nereden geldin?”
Salih, ayakkabılarının ucuna bakarak, “Annem ve babamla başka bir şehirde yaşıyorduk ama babam işini kaybedince buraya, dedemin yanına taşındık,” dedi. Sesi biraz üzgündü.
Ahmet hemen atıldı: “Eee, ne var bunda? Burada da yeni arkadaşlar edinebilirsin!”
Ama Salih başını salladı. “Bilmiyorum… Bazen kendimi yabancı gibi hissediyorum. Sanki buraya ait değilmişim gibi…”
Yusuf, Salih’in söylediklerini düşününce bir an içi burkuldu. Küçükken dedesinin ona anlattığı bir hikâye aklına geldi. Hafifçe gülümsedi ve Salih’in yanına oturdu.
“Biliyor musun, dedem bana hep bir şey söylerdi,” dedi. “Müslümanlar, birbirine din kardeşidir. Nerede olursan ol, hangi şehirde yaşarsan yaşa, camiye girdiğinde ya da bir Müslüman ile karşılaştığında asla kendini yalnız hissetmezsin. Çünkü senin her yerde kardeşlerin vardır.”
Salih, şaşkınlıkla Yusuf’a baktı. “Gerçekten mi?”
Yusuf başını onaylarcasına salladı. “Tabii ki! Peygamber Efendimiz de böyle demiştir. Biz birbirimizin kardeşiyiz. Sadece aynı anne-babadan olmak gerekmiyor. Aynı imanı paylaşıyoruz, aynı kıbleye yöneliyoruz, aynı duaları ediyoruz. İşte bu yüzden nerede olursan ol, asla yalnız değilsin.”
O sırada Zeynep gülümsedi. “Hadi ama Salih, artık yalnız değilsin! Gel bizimle oynayalım!”
Salih’in yüzüne hafif bir gülümseme yerleşti. “Gerçekten benimle oynar mısınız?”
Ahmet kıkırdadı. “Ne demek oynar mıyız! Sen artık bizim kardeşimizsin!”
Ve o gün, Salih kendini hiç olmadığı kadar mutlu hissetti. Yeni mahallesinde, belki de hayatı boyunca unutamayacağı dostlukların başlangıcını yapmıştı.
Ertesi gün, Yusuf ve arkadaşları yine caminin avlusunda buluştular. Salih de artık yanlarındaydı. Hep birlikte oyun oynarken bir karga sesi duydular. Karganın tiz çığlıkları, caminin bahçesindeki büyük çınar ağacının tepesinden geliyordu.
“Ne oluyor?” dedi Yusuf, başını kaldırarak.
Zeynep gözlerini kısıp baktı. “Ağaçta bir şey var ama ne olduğunu göremiyorum.”
Ahmet, “Belki de bir şey sıkışmıştır?” diyerek ağaca doğru ilerledi.
O sırada Salih, yerde kıpırdayan bir şey fark etti. Küçük bir serçe, çırpınarak uçmaya çalışıyordu. Ama kanatlarından biri garip duruyordu.
“Hemen yardım etmeliyiz!” dedi Salih heyecanla. Eğilip serçeyi nazikçe avuçlarının içine aldı. Kuş ürkek bir şekilde çırpındı ama Salih ona zarar vermeyeceğini hissettirecek şekilde yavaşça konuştu:
“Sakin ol, seni incitmeyeceğiz…”
Yusuf dikkatlice baktı. “Sanırım kanadı incinmiş.”
Ahmet, “Ne yapacağız peki?” diye sordu.
Zeynep, düşünceli bir şekilde, “Dedem, yaralı hayvanlara yardım etmenin sevap olduğunu söylemişti,” dedi.
Yusuf gülümsedi. “Evet, Peygamber Efendimiz de hayvanlara şefkat göstermemizi öğütlemiştir. Bir gün bir sahabi, susuz bir köpeğe su verdiği için cennete gittiğini anlatmıştı.”
Salih dikkatlice başını salladı. “O zaman bu küçük kuşa yardım etmeliyiz.”
Çocuklar, serçeyi dikkatlice cami imamına götürdüler. İmam Efendi, kuşun kanadını nazikçe inceledi. “Endişelenmeyin çocuklar,” dedi. “Sadece hafifçe incinmiş. Birkaç gün dinlenirse iyileşir.”

Salih rahat bir nefes aldı. “Onu burada mı bırakmalıyız?”
İmam Efendi gülümsedi. “Onunla ilgilenmek ister misiniz?”
Çocuklar heyecanla başlarını salladılar. Serçeye bir kutu yaptılar, içine pamuklar koydular. Salih, ona her gün su ve buğday getirmeye söz verdi.
Günler geçti, serçenin kanadı iyileşti. Bir sabah, çocuklar onu avuçlarının içinde tutarak gökyüzüne doğru kaldırdılar.
“Haydi küçük kuş, artık özgürsün!” dedi Yusuf.
Serçe hafifçe titredi, kanatlarını açtı ve gökyüzüne doğru süzüldü. Çocuklar onu sevinçle izlediler.
Salih, Yusuf’a döndü. “Biliyor musun,” dedi, “başta buraya ait olmadığımı düşünmüştüm ama şimdi anladım ki burası da benim evim. Çünkü siz benim kardeşlerimsiniz.”
Yusuf gülümsedi. “Evet Salih, tıpkı bir kuşun iki kanadı gibi… Biz ancak birbirimize destek olursak güçlü oluruz.”
Ve o gün, Salih yalnız olmadığını, İslam’ın sadece bir din değil, aynı zamanda büyük bir kardeşlik bağı olduğunu anladı.
O günden sonra, Yusuf, Salih, Ahmet ve Zeynep ayrılmaz bir dostluk kurdular. Camide, sokakta, her yerde birbirlerine destek oldular. Ve en önemlisi, yardımlaşmanın, kardeşliğin ve merhametin sadece sözlerle değil, davranışlarla gösterildiğini öğrendiler.
Din Kardeşliği Hikayesi burada sona erdi. Din Kardeşliği Hikayesi gibi Dini Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.