Güneş, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte denizin yüzeyine ışık serpiyor, dalgaların arasında parlak yansımalar oluşturuyordu. Sahil boyunca hafif bir esinti vardı; gece boyunca süren fırtınanın izleri hâlâ belli oluyordu. Kumlar, denizin getirdiği yosunlar ve kabuklarla doluydu.
Dalgalar, usulca kıyıya vurup geri çekilirken sahilde yeni keşifler yapmak için dolaşan Ege, her zamanki gibi kumların üzerindeki küçük detayları incelemekle meşguldü.
Ege, on yaşında, kıvırcık saçlı, meraklı gözleri her zaman keşfetmeye hazır bir çocuktu. Annesi ve babası sahil kenarında küçük bir pansiyon işletirdi. Babası balıkçılıkla uğraşır, annesi ise pansiyona gelen misafirlere yemekler yapardı. Ege, doğayla iç içe büyümüş, denizi, kuşları ve sahildeki tüm canlıları yakından tanımıştı. Onun için sahil, sadece oyun oynadığı bir yer değil, aynı zamanda hayatı öğrendiği bir okul gibiydi.
O sabah da her zamanki gibi sahile inmişti. Ancak kumların üzerinde bir şey gözüne çarptı. Hareketsizce yatan solgun bir deniz yıldızı… Ege, kaşlarını çattı ve eğilip onu dikkatlice inceledi. Sert ama bir o kadar da kırılgan görünen bu deniz yıldızı neden burada, kumların üzerinde duruyordu?
Bir anlığına nefesini tuttu. Deniz yıldızlarının, suda yaşamaları gerektiğini biliyordu. Eğer çok uzun süre dışarıda kalırlarsa kuruyabilirlerdi. İçinde bir telaş belirdi. Büyükbabasının anlattığı bir hikâye geldi aklına:
“Deniz yıldızları, suyun dışında fazla yaşayamazlar. Eğer onları tekrar denize bırakmazsan, bir süre sonra hayatlarını kaybederler.”
Bu düşünceyle yüreğinde bir sızı hissetti. Onu kurtarmalıydı.
Deniz yıldızını avuçlarına aldı. Serindi ama hareket etmiyordu. İçinde bir korku büyüdü. Belki de çok geç kalmıştı? Ama bunu denemeden bilemezdi. Büyükbabasının dediği gibi, her canlı yaşama tutunmak için bir şansı hak ediyordu.
Ege, hemen kıyıya doğru koşmaya başladı. Ayakları kumlara batıyor, nefesi hızlanıyordu. Deniz yıldızını özenle iki avucu arasında tutarak denizin kenarına ulaştı. Diz çöküp dikkatlice suya bıraktı.
Ama beklediği gibi olmadı. Deniz yıldızı hareket etmiyordu.
Bir anlığına hayal kırıklığı hissetti. Acaba yeterince hızlı davranamamış mıydı? Yoksa deniz yıldızı artık kurtulamayacak durumda mıydı? Ege, başını kaldırıp dalgaların usulca kıyıya vurmasını izledi. Dalgalar ona fısıldıyormuş gibi geldi. Bir şey yapmalıydı.
Elini tekrar suya daldırıp deniz yıldızına hafifçe dokundu. O anda küçücük bir hareket fark etti. Başta bir yanılgı sandı ama hayır, deniz yıldızı kollarını hafifçe kıpırdatıyordu.
Ege’nin gözleri büyüdü. Demek ki hâlâ bir şansı vardı!
Büyük bir sevinçle, ellerini suyun içinde yavaşça hareket ettirerek deniz yıldızını biraz daha ileri itti. Denizin hafif dalgaları onu kucakladı. O an Ege, küçük bir şeyi başarmanın bile ne kadar büyük bir mutluluk verdiğini hissetti.
Ama tam arkasını dönecekken, gözleri sahilin ilerisine kaydı. Sadece bir tane değil, onlarca deniz yıldızı kumların üzerine saçılmıştı! Geceki fırtına yüzünden birçoğu kıyıya vurmuştu.
Ege’nin içini büyük bir sorumluluk duygusu kapladı. Bir tanesini kurtarmıştı, ama ya diğerleri? Tek başına hepsini denize döndürebilir miydi?
Ege, derin bir nefes aldı. Bu kadar çok deniz yıldızını sahile geri taşıyamazdı. Yardıma ihtiyacı vardı.
Hemen ayağa kalktı ve hızla eve doğru koşmaya başladı. Ailesine, komşularına haber vermeliydi! Ne kadar çok kişi yardım ederse, o kadar çok deniz yıldızı hayatta kalabilirdi.
Koşarken, büyükbabasının ona söylediği bir sözü hatırladı:
Bazen küçük eller, büyük değişimler yaratır.
Ege, nefes nefese eve vardığında annesi mutfakta taze ekmekleri tezgâha diziyor, babası ise balık ağlarını tamir ediyordu. Heyecanla içeri daldı ve sesi biraz titreyerek konuştu:
“Anne! Baba! Sahilde bir sürü deniz yıldızı var! Hepsi kıyıya vurmuş! Onları kurtarmazsak yaşayamazlar!”
Annesi kaşlarını kaldırıp oğlunun endişeli yüzüne baktı. Babası, elindeki ağları bir kenara koyarak hafifçe gülümsedi. “Oğlum, deniz yıldızları bazen kıyıya vurur. Bu, doğanın bir döngüsü,” dedi sakince.
Ama Ege yerinde duramıyordu. “Ama onları denize geri koyarsak yaşayabilirler! Biraz önce bir tanesini kurtardım, hareket etmeye başladı!”
Bu sözler, annesinin dikkatini çekti. Tedirginliği ve heyecanı, Ege’nin gerçekten önemli bir şeyle karşı karşıya olduğunu gösteriyordu. Annesi, gözlerini oğlunun parlayan gözlerine dikti ve hafifçe başını salladı. “Pekâlâ, gidip bakalım,” dedi.
Ege, annesi ve babasını arkasına takarak hızla sahile doğru koştu. Sabahın erken saatlerinde sahil henüz sakindi. Fırtınanın izleri hâlâ görülüyordu; yosunlar, deniz kabukları ve küçük taşlar her yere saçılmıştı. Ve kumların üzerinde, sessizce yatmakta olan deniz yıldızları…
Annesi, gözlerini manzaraya diktiğinde derin bir nefes aldı. Gerçekten de onlarca deniz yıldızı kıyıya vurmuştu. Bazıları hâlâ nemliydi, bazıları ise güneşin altında kurumaya başlamıştı.

Ege, hızla eğilip birini daha aldı ve suya doğru koştu. Küçük deniz yıldızını usulca suya bıraktı. Birkaç saniye hareketsiz kaldıktan sonra kolları yavaşça kıpırdamaya başladı.
“Görüyor musunuz? Yaşıyorlar!” diye bağırdı heyecanla.
Babası bu manzara karşısında derin bir iç çekti. Oğlunun bu kadar küçük bir canlı için bile böylesine endişelenmesi onu gururlandırmıştı. Gülümsedi ve kollarını sıvadı. “Hadi bakalım, deniz yıldızlarını denize geri taşıyalım.”
Annesi de başını sallayarak birini yerden aldı ve dikkatlice denize bıraktı.
Tam o sırada, yaşlı komşuları Ali Amca sahilde yürüyordu. “Burada ne yapıyorsunuz bakalım?” diye sordu merakla.
Ege hemen ona döndü ve heyecanla anlatmaya başladı. “Fırtına yüzünden birçok deniz yıldızı kıyıya vurmuş. Eğer denize geri koymazsak ölecekler!”
Ali Amca başını salladı. “Oğlum, bütün deniz yıldızlarını kurtaramazsın ki.”
Ama Ege duraksamadan cevap verdi: “Belki hepsini kurtaramam, ama bazılarını kurtarabilirim.”
Bu söz, Ali Amca’nın yüzüne bir tebessüm yayılmasına sebep oldu. “İşte bu güzel bir düşünce.”
Ege’nin kararlılığını gören Ali Amca, dizlerinin üzerine çökerek bir deniz yıldızını aldı ve denize götürdü. Olanları gören diğer komşular da sahile inip yardım etmeye başladı. Kimi elinde bir kova ile su getiriyor, kimi ise deniz yıldızlarını nazikçe denize bırakıyordu.
Kısa süre içinde küçücük bir çocuğun başlattığı bu hareket, sahilde bir dayanışmaya dönüşmüştü.
Saatler boyunca süren uğraşın ardından sahildeki deniz yıldızlarının çoğu denize geri döndürülmüştü. Ege’nin kalbi sevinçle doluydu. Yorgundu ama içini tarifsiz bir huzur kaplamıştı.
Son kalan deniz yıldızını eline aldı ve bir an duraksadı. Onu denize bırakmadan önce birkaç saniye avuçlarının içinde tuttu. Ardından, suyun içine uzandı ve nazikçe bıraktı. Deniz yıldızı önce hareketsiz kaldı, sonra yavaşça kıpırdamaya başladı. Birkaç saniye içinde dalgalar onu denizin derinliklerine taşıdı.
Ege, hafifçe gülümseyerek olanları izledi. Tek bir hareketin bile büyük değişimler yaratabileceğini o gün öğrenmişti.
Babası elini omzuna koydu ve gözlerini oğluna çevirdi. “Biliyor musun oğlum? Tek başına dünyayı değiştiremezsin belki, ama bugün bazı deniz yıldızlarının dünyasını değiştirdin.”
Ege, başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Güneş, fırtınanın izlerini silmek ister gibi gökyüzünü parıltısıyla dolduruyordu.
O akşam, gün batarken deniz eski durgunluğuna kavuşmuştu. Fırtınanın izleri yavaş yavaş kayboluyordu. Ama Ege’nin yüreğinde hiç kaybolmayacak bir umut ışığı doğmuştu.
O artık biliyordu:
Ne kadar küçük olursa olsun, yapılan her iyilik dünyada bir iz bırakır.
Deniz Yıldızı Hikayesi burada sona ermiş. Deniz Yıldızı Hikayesi gibi Eğitici Hikayeler için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.