Küçük bir köyde, meyve ağaçlarıyla çevrili, bereketli bir bahçede yaşayan Yusuf ve dedesi Salih Dede, her sabah namazdan sonra bahçeye gider, toprağın bereketi için çalışırlardı. Yusuf, dedesinin bilgeliğinden çok şey öğrenmişti. Ona göre, sadece çalışmak yetmezdi; şükretmek, paylaşmak ve dualarla işi bereketlendirmek gerekirdi.
Yusuf, dedesinin her hareketini dikkatle izlerdi. O, toprağı işlerken hep “Bismillah” der, ekinleri toplarken “Elhamdülillah” diyerek şükrederdi. Bahçelerinden topladıkları meyveleri sadece kendileri için değil, köydeki ihtiyaç sahipleriyle de paylaşırdı. Bazen yoldan geçen bir yolcuya, bazen de aç kalan kuşlara bile bir şeyler bırakırlardı.
Bir gün Yusuf, dedesinin yaptığı bu şeyleri daha iyi anlamak için ona sordu:
“Dede, neden her zaman bu kadar çok paylaşıyoruz? Eğer hepsini kendimize saklasak, daha çok yiyeceğimiz olmaz mı?”
Salih Dede gülümseyerek Yusuf’un başını okşadı. “Evladım, bereket paylaştıkça artar. Biz bir avuç tohum ekeriz, Allah onu yüzlerce yaparak bize geri verir. Eğer sadece kendimize saklarsak, Rabbimiz de bize o kadar verir. Ama biz paylaşmayı seçersek, Allah da bizim rızkımızı kat kat artırır. Unutma Yusuf, sadaka rızkı çoğaltır.”
Bu sözler Yusuf’un aklına kazındı. O günden sonra, her şeyin paylaşarak daha değerli olduğunu düşündü. Bir gün, köy meydanında büyük bir kalabalık toplandı. Köyün ileri gelenlerinden biri, elindeki bir çuval buğdayı göstererek yüksek sesle konuştu:
“Bu yıl mahsullerimiz azaldı. Tarlalarımızda eskisi kadar verim yok. Hepimiz çok çalıştık ama yine de ürünlerimiz yetmiyor. Ne yapacağız?”
Köylüler birbirlerine üzgün gözlerle baktılar. O yıl yağmurlar az yağmış, toprak yeterince su alamamıştı. Mahsulleri azaldıkça, herkes geçim derdine düşmüştü. Herkes tarlasına daha çok çalışmak gerektiğini düşünüyor ama nasıl yapacağını bilmiyordu.
O sırada, yaşlı bir kadın kalabalığın arasından öne çıktı. Omzundaki şalını düzelterek etrafına baktı. Yüzünde şaşkınlık ve merak vardı. Eliyle ileriyi işaret ederek seslendi:
“Ama Salih Dede’nin bahçesi hâlâ yemyeşil! Ağaçları meyve dolu, dalları aşağı sarkacak kadar ağır. Üstelik tarlasında da hiçbir eksiklik yok. Bizim tarlalarımız kuruyken, onun bahçesi nasıl hâlâ böyle verimli?”
Kadının sesi meydandaki uğultunun arasında yankılandı. Herkes susup birbirine baktı. Bahçelerinin kurumasını, mahsullerinin yanmasını engelleyemeyen köylüler, aynı kuraklığın neden Salih Dede’nin bahçesini etkilemediğini merak ediyordu.
Başka bir adam da söze girdi:
“Evet, doğru söylüyor! Ben geçen gün oradan geçerken gördüm. Ağaçları hâlâ yemyeşil. Bizim ağaçlarımız susuzluktan çatlamışken, onun ağaçlarının yaprakları bile solmamış. Onun suyu bizden fazla mı, yoksa başka bir şey mi yapıyor?”
Köylüler fısıldaşmaya başladı. İçlerinden bazıları, bunun sıradan bir şey olmadığını düşünüyor, bazıları ise bunun sadece şans eseri olduğunu söylüyordu. Ama herkesin içinde aynı soru yankılanıyordu:
“Bu kadar kuraklığa rağmen, nasıl olur da Salih Dede’nin bahçesi böyle bereketli kalabilir?”
Birkaç kişi, merak içinde onun bahçesine doğru yürümeye başladı. Kısa süre içinde kalabalık, Salih Dede’nin evinin önünde toplanmıştı. Yusuf, bahçenin kapısından dışarı bakarken büyük bir kalabalık gördü. İnsanların yüzlerinde merak ve şaşkınlık vardı. Dedesinin yanına koşarak, olanları haber verdi.

“Dede! Bütün köy burada! Herkes bahçemizi görmek istiyor. Tarlalarının neden kuruduğunu ama bizim bahçemizin nasıl böyle kaldığını soruyorlar!”
Salih Dede, sakince gülümsedi. Bahçenin kapısını açarak köylüleri içeri davet etti. “Geliniz evlatlarım, hep birlikte bahçeye bakalım. Toprak bize ne anlatıyor, beraber görelim.”
Köylüler içeri girdiklerinde gözlerine inanamadılar. Toprak yumuşacıktı, nemini kaybetmemişti. İncir ağaçları meyve doluydu, zeytin ağaçları bereketle sarkıyordu. Üstelik bahçenin köşelerinde bile otlar canlıydı.
Bütün bu görüntü karşısında, köylülerden biri şaşkınlıkla sordu:
“Salih Dede, burada nasıl hâlâ su var? Bizim kuyularımız bile neredeyse kurudu. Sen bu topraklara ne yaptın ki böyle yeşil kaldı?”
Salih Dede, Yusuf’un omzuna hafifçe dokunarak konuşmaya başladı:
“Evlatlarım, bu bahçenin bereketinin sırrı sadece su değil. Biz yıllardır sadece kendimiz için çalışmadık. Paylaştık, şükrettik ve toprakla dost olduk. Siz tarlalarınıza ne zaman son dua ettiğinizi hatırlıyor musunuz? Son ekmeğinizi kimle paylaştınız?”
Köylüler birbirlerine baktılar. Salih Dede’nin sözleri kulaklarında yankılanıyordu. Kendi tarlalarına sadece bir kazanç kapısı olarak bakmışlardı. Ama o, toprağı bir nimet olarak görmüş, onu sevgiyle işlemişti.
Bu sözler köylülerin içini aydınlattı. O güne kadar sadece çalışarak kazanacaklarını düşünmüşlerdi ama şükretmeyi ve paylaşmayı unutmuşlardı. O günden sonra köyde bir değişim başladı. Köylüler, ellerindeki az olanı bile paylaşmaya başladılar. Kendi tarlalarından topladıkları mahsullerin bir kısmını fakirlere verdiler, yoldan geçen misafirlere ikram ettiler. Ve ilginç bir şey oldu:
Sonraki yıl, kuraklık sona erdiğinde köyün mahsulleri eskisinden bile daha bereketli oldu. İnsanlar, Allah’ın bereketinin sadece çalışmakla değil, aynı zamanda şükretmek ve paylaşmakla geldiğini gördüler.
Yusuf büyüdüğünde, dedesinin bu öğüdünü hiç unutmadı. Kendi çocuklarına ve torunlarına da aynı şeyi öğretti:
“Bereketin sırrı, şükretmek ve paylaşmaktır. Rabbimizin bize verdiklerini sadece kendimize saklamaz, paylaşır ve O’na şükredersek, nimetlerimiz artar. İşte gerçek zenginlik budur.”
Bolluk ve Bereket İçin Hikayesi burada sona erdi. Bolluk ve Bereket İçin Hikayesi gibi Dini Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.