Kaan, on yaşında, sarı saçlı, ince yapılı bir çocuktu. Gözlerinde her zaman bir parıltı vardı, fakat son zamanlarda bu parıltı biraz solgunlaşmıştı. Babasını çok küçük yaşta kaybetmişti. Onu hatırladığı anılar, annesinin bazen gözleri dolarak anlattığı birkaç hikâyeden ibaretti. Babasının nasıl iyi bir insan olduğunu, nasıl güzel güldüğünü, Kaan’ı kucağına alıp nasıl havaya kaldırdığını anlatırdı annesi. Ama Kaan, bu anıları hatırlayamıyordu. Onun hayatında hep annesi vardı.
Annesi Elif Hanım, yıllardır tek başına hem çalışıyor hem de Kaan’a bakıyordu. Bir muhasebe firmasında çalışıyordu ve sabahın erken saatlerinde evden çıkıyor, akşamları yorgun argın eve dönüyordu. Her gün sabah güneş doğmadan evi sessizce terk eder, Kaan okuldan döndüğünde hâlâ işte olurdu. Bazen öğlen ona mesaj atar, “Bugün nasılsın oğlum?” diye sorardı ama çoğu zaman mesaj bile yazmaya fırsat bulamazdı.
Kaan, okuldan geldiğinde ev genellikle sessiz olurdu. Önce üstünü değiştirir, annesinin sabah hazırladığı sandviçi alıp televizyonun karşısına geçerdi. Birkaç çizgi film izler, sonra ödevlerini yapardı. Fakat akşam saatleri geldiğinde her şey değişirdi.
Kapının kilidi döner, annesi yavaşça içeri girerdi. Üzerinde işe giderken giydiği koyu renkli ceket, elinde market poşetleriyle bitkin görünürdü. Yüzündeki yorgunluk o kadar belirgindi ki Kaan bazen ona sarılmaya bile çekinirdi. Annesi, “Merhaba oğlum,” diyerek yorgun bir gülümseme ile yanağına bir öpücük kondurur, sonra hızla mutfağa geçerdi.
İşte her akşam aynı sahne tekrarlanıyordu. Annesi mutfağa girer girmez yemek yapmaya koyuluyordu. Tencereden çıkan buharlar mutfağı sararken bir yandan da çamaşır makinesini dolduruyor, bazen bulaşıkları yıkıyor, bazen de ortalığı topluyordu. Yemek hazır olduğunda Kaan’ı çağırıyor, birlikte yemeğe oturuyorlardı. Ama annesi öyle yorgun oluyordu ki çoğu zaman yemeğini bitirir bitirmez, gözleri kapanmaya başlıyordu. Sofrayı toplamaya bile fırsat bulamadan, “Ben biraz uzanıyorum Kaan’cım,” deyip kanepeye kıvrılıyordu.
Kaan, annesinin bu hâline üzülüyordu. Her akşam yorgunluğuna rağmen onun için çabalıyordu ama sonunda kendine hiç zaman ayıramıyordu. Onunla oturup sohbet edemiyorlardı. Annesine yardım etmek istiyordu ama nasıl yapacağını bilmiyordu.
Bir gün okulda teneffüs sırasında en yakın arkadaşları Mert ve Zeynep ile kantinde otururken içini dökmeye karar verdi.
“Annem çok yoruluyor,” dedi üzgün bir sesle. “Akşamları eve gelince neredeyse nefes bile alamıyor. Sürekli iş yapıyor, sonra da hemen uyuyor. Onunla vakit bile geçiremiyoruz.”
Zeynep, uzun kahverengi saçlarını geriye atarak dikkatlice dinledi. Duygusal ve anlayışlı bir çocuktu. Her zaman arkadaşlarını dinler ve onlara yardımcı olmak için elinden geleni yapardı.
“Gerçekten çok zor olmalı,” dedi başını sallayarak. “Hem bütün gün çalışıp hem de eve gelince her şeyi yapmak… Annen kendine hiç zaman ayıramıyor.”
Mert ise her zaman pratik çözümler bulmayı seven, enerjik bir çocuktu. Gözleri birden parladı. “Peki, neden biz yardım etmiyoruz?” diye sordu.
Kaan şaşkınlıkla ona baktı. “Nasıl yani?”
Mert gülümsedi. “Bugün okuldan sonra senin evine gidelim. Ortalığı toparlayalım, çamaşırları yıkayalım. Belki yemek bile yapabiliriz!”
Zeynep de heyecanlanmıştı. “Evet! Eğer evi temizlersek, annen eve geldiğinde daha az yorulur ve seninle vakit geçirebilir.”
Kaan’ın içi bir anda umutla doldu. “Gerçekten mi? Bunu yapabilir miyiz?”
“Tabii ki yapabiliriz!” dedi Mert. “Sonuçta o kadar zor olamaz. Süpürge kullanmayı, bulaşık makinesini çalıştırmayı biliyoruz. Yemek konusunda biraz kötü olabiliriz ama en azından bir şeyler deneyebiliriz.”
Kaan, bu fikre bayılmıştı. Annesine yardım etmek için bir yol bulmuştu ve üstelik arkadaşları da ona destek oluyordu. Planları hazırdı.
O gün okul çıkışı, üç çocuk büyük bir heyecanla Kaan’ın evine doğru yürüdü. Hava serindi, gökyüzü hafif bulutluydu ama onların içi sımsıcaktı. Evin kapısını açtıklarında içerisi her zamanki gibi biraz dağınıktı.
Zeynep, “Tamam! Önce plan yapmalıyız,” diyerek hemen kolları sıvadı. “Ben salonu ve mutfağı toparlarım. Mert, sen banyoyu ve koridoru hallet. Kaan, sen de çamaşırları yıkayıp as. Hadi bakalım, herkes iş başına!”

Üçü de büyük bir kararlılıkla işe koyuldu. Evde sessiz bir telaş başlamıştı. O akşam annesi kapıdan içeri girdiğinde, hayatında belki de ilk kez böylesine büyük bir sürprizle karşılaşacaktı.
Kaan, Zeynep ve Mert büyük bir heyecanla işe koyulmuşlardı. Evde tatlı bir telaş başlamıştı. Her biri bir köşeye dağıldı, ellerinden geleni yapmak için canla başla çalışıyordu.
Zeynep, salonun ortasında durmuş, etrafı dikkatle süzüyordu. Yerde dağılmış birkaç oyuncak, kanepenin üzerinde düzgün olmayan yastıklar ve sehpanın üstünde duran boş çay bardağı gözüne çarptı. Önce yerleri süpürerek başladı. Elektrikli süpürgeyi açınca biraz zorlandı ama kısa sürede nasıl çalıştığını çözdü. Süpürgenin sesi evin içinde yankılanırken, halının üzerine düşen kırıntılar birer birer yok oluyordu. Ardından kanepeyi düzeltti, yastıkları yerine koydu ve sehpayı temizledi. Salon birkaç dakika içinde bambaşka bir hâl aldı.
Mert, banyoya yönelmişti. Önce aynaya baktı. “Biraz buğulu ve lekeli,” diye düşündü. Hemen bir bez aldı, suyla ıslattı ve aynayı silmeye başladı. Fakat fazla su kullandığı için aynada lekeler oluştu. “Sanırım yanlış yaptım,” diye mırıldandı. Sonra kâğıt havluyla kurulamayı denedi. İşte bu daha iyi olmuştu! Lavaboyu da güzelce temizledikten sonra koridordaki ayakkabıları düzenledi. Artık evin girişinden banyoya kadar her şey derli topluydu.
Kaan ise çamaşır makinesinin başındaydı. Annesinin ona daha önce birkaç kez nasıl çalıştığını anlattığını hatırlıyordu. Sepetteki kirli çamaşırları tek tek makineye yerleştirdi. Sonra deterjan gözüne biraz çamaşır deterjanı koydu. Fakat ölçüyü tam bilmediği için biraz fazla kaçırmış olabilirdi. Endişeyle Mert’e seslendi.
“Mert, deterjanı fazla koyarsam kötü bir şey olur mu?”
Mert banyodan kafasını uzattı. “Hmmm… Belki biraz fazla köpürebilir ama sorun olmaz herhâlde!”
Kaan, hafifçe kaşlarını çattı ama yine de makineyi çalıştırdı. Birkaç saniye içinde dönen tamburun sesi duyulmaya başladı. Başarmıştı! Şimdi geriye yemek yapmak kalmıştı.
Üç çocuk mutfakta bir araya geldi. Ama büyük bir sorun vardı: Hiçbiri yemek yapmayı bilmiyordu.
“Annen genellikle ne yapıyor?” diye sordu Zeynep.
Kaan omuz silkti. “Çorba, pilav, makarna… Ama bunları yapmak zor olabilir.”
Mert düşünceli bir şekilde dolaba baktı. “Peki, yumurta yapabilir miyiz?”
Zeynep başını salladı. “Evet! Hem kolay hem de lezzetli.”
Hemen mutfağa koyuldular. Kaan, buzdolabından yumurtaları çıkardı. Zeynep tavayı ocakta ısıtmaya başladı. Mert ise ekmekleri doğrayıp bir tabağa yerleştirdi. Sıra yumurtaları kırmaya gelmişti.
“İlk kim deneyecek?” diye sordu Kaan.
Mert, “Ben yaparım!” diyerek eline bir yumurta aldı. Fakat onu kırarken kabuğunun yarısı tavanın içine düştü. Zeynep hemen atılıp kabukları çıkardı.
Kaan da bir deneme yaptı ama o da yumurtayı kırarken birazını tezgâha döktü. Üçü de gülmeye başladı. Sonunda üç tane düzgün omlet yapmayı başardılar. Yanına biraz peynir ve domates de koyarak sofrayı hazırladılar.
Tam her şey hazır olmuştu ki, kapının kilidi döndü. Üçü de heyecanla birbirine baktı.
Kapı açıldı ve Elif Hanım içeri girdi. Üzerinde her zamanki gibi koyu renkli ceketi vardı, yüzü yorgundu. Ama gözleri evin içini görünce kocaman açıldı.
Salon pırıl pırıldı. Koltuklar düzeltilmiş, sehpa temizlenmişti. Ayakkabılar düzgün bir şekilde dizilmişti. Mutfaktan mis gibi omlet kokusu yayılıyordu. Elif Hanım’ın gözleri doldu.
“Bu… Bu da ne?” diye sordu şaşkınlıkla.
Kaan, gururla öne çıktı. “Sana sürpriz yaptık anne! Evi temizledik, çamaşırları yıkadık ve yemek bile yaptık!”
Elif Hanım bir an sessiz kaldı. Gözleri yaşarmıştı. Sonra Kaan’ı sımsıkı kucakladı. “Canım oğlum… Siz harikasınız! Bunu neden yaptınız?”
Zeynep gülümsedi. “Çünkü sen çok yoruluyorsun,” dedi. “Kaan üzülüyordu. Biz de ona yardım etmek istedik.”
Elif Hanım, çocuklara tek tek sarıldı. “Bu benim hayatımın en güzel sürprizi oldu. O kadar mutlu oldum ki anlatamam. Sizler harika dostlarsınız!”
O akşam, uzun zamandır ilk defa gerçek bir aile yemeği yediler. Gülerek, sohbet ederek, kahkahalar atarak…
Yemekten sonra Kaan ve annesi birlikte oturdular. Annesi, elini oğlunun omzuna koyarak, “Biliyor musun Kaan? Senin gibi bir oğlum olduğu için çok şanslıyım,” dedi.
Kaan başını annesinin omzuna yasladı ve içtenlikle gülümsedi. O gün anladı ki, bazen küçük iyilikler, büyük mutluluklar getirirdi.
Annemi Çok Seviyorum Hikayesi burada sona ermiş. Annemi Çok Seviyorum Hikayesi gibi Çocuk Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.