Bir zamanlar Anadolu’nun küçük ve şirin bir köyünde, ailesiyle yaşayan on yaşında bir çocuk vardı. Adı Yusuf’tu. Yusuf, köydeki diğer çocuklar gibi mutlu ve neşeli bir çocuktu. Ama onun diğer çocuklardan farklı bir özelliği vardı: Hayvanları çok severdi.
Özellikle de küçük keçisi Sümbül’ü. Sümbül, Yusuf’un hem oyun arkadaşı hem de en yakın dostuydu. Yusuf, okuldan döner dönmez Sümbül’ü alır, onunla tarlalarda koşar, köyün etrafında dolaşırdı. Sümbül de Yusuf’u o kadar çok severdi ki, her sabah kapının önünde Yusuf’u beklerdi.
Fakat bir gün her şey değişmişti. Yusuf, bir sabah erkenden kalkmış, Sümbül’ü görmek için ahıra gitmişti. Ama Sümbül orada değildi! Yusuf önce ahırın etrafını, sonra bahçeyi aradı. Sümbül’ün yem yediği yer bile boştu. Telaşla annesinin yanına koştu ve “Anne! Sümbül yok! Nereye gitmiş olabilir?” diye sordu.
Annesi Ayşe, Yusuf’un heyecanını görünce onu sakinleştirmeye çalıştı. “Oğlum, belki bahçenin dışına çıkmıştır. Hemen panik yapma, gelir birazdan,” dedi. Ama Yusuf, Sümbül’ün hiçbir zaman böyle yapmadığını biliyordu. Sümbül genelde Yusuf’un yanından ayrılmazdı, hele ki sabahları. Yusuf’un içine bir huzursuzluk düşmüştü.
O sırada babası Hasan da dışarı çıktı. Yusuf’un endişeli halini görünce durumu anlamıştı. Hasan, çevrede birkaç iz aradı ve “Bak oğlum,” dedi. “Ahırın kapısı açık kalmış. Sümbül muhtemelen dışarı çıkmış ve dolaşmaya gitmiştir. Belki de ormana doğru yönelmiştir.”
Yusuf’un yüreği sıkıştı. Çünkü köyün yakınlarındaki orman, oldukça geniş ve karmaşıktı. Üstelik ormanda tilki ve çakal gibi hayvanların olduğu söylentileri de vardı. Sümbül’ün başına kötü bir şey gelmesinden korkuyordu. Yusuf hemen ormana gitmek istedi ama babası onu durdurdu. “Evladım,” dedi. “Sabretmelisin. Önce plan yapalım. Sümbül’ü telaşla aramak yerine, onu dikkatlice bulmaya çalışmalıyız.”
Yusuf, keçisini bulmak için her gün ormana gidiyor, köyün etrafında dolanıyor ama Sümbül’den bir iz bulamıyordu. Babası Hasan, Yusuf’un üzgün halini görünce, “Evladım, sabretmelisin,” demişti. “Sabır, bize Allah’ın bir hediyesidir. Her zorluğun sonunda bir kolaylık vardır. Sümbül’ü bulacağız inşallah. Ama önce sabretmeyi öğrenmeliyiz.”
Yusuf, babasının sözlerini anlamaya çalışıyordu ama sabretmek ona çok zor geliyordu. O, hemen sonuç almak istiyor, Sümbül’ü bir an önce bulmak istiyordu. Fakat her geçen gün, keçisi hala ortada yoktu.
Yusuf, sabah erkenden kalkıp Sümbül’ü aramaya koyulduğu bir gün, köyün yaşlı amcalarından biri olan Mehmet Amca’yla karşılaştı. Mehmet Amca, Yusuf’un telaşlı halini görünce sordu:
“Evladım, nereye böyle telaşla gidiyorsun?”
Yusuf üzgün bir şekilde, “Sümbül kayboldu, Mehmet Amca,” dedi. “Onu arıyorum ama bir türlü bulamıyorum. Çok üzülüyorum.”
Mehmet Amca, Yusuf’un başını okşadı. “Evlat,” dedi. “Bak, Allah sabredenlerle birliktedir. Sabır, zor gibi görünse de insanın kalbini güçlendirir. Hem sabretmek sadece beklemek değildir. Elinden geleni yapıp, sonucu Allah’a bırakmaktır. Sen elinden geleni yapıyorsun, değil mi?”
Yusuf, Mehmet Amca’nın sözleri üzerine düşündü. Gerçekten elinden geleni yapmış mıydı? O güne kadar sadece Sümbül’ü aramıştı, ama köydeki diğer insanlardan yardım istemeyi hiç düşünmemişti.
Yusuf, Mehmet Amca’nın sözlerinden sonra köydeki insanlardan yardım istemeye karar verdi. Köy meydanına giderek herkese Sümbül’ün kaybolduğunu ve onu bulmak için yardım isteğini anlattı. Köylüler, Yusuf’un azmini görünce ona yardım etmeye karar verdiler. Bir grup ormana doğru yöneldi, diğerleri köyün uzak tarlalarını aramaya koyuldu.
Yusuf, içinden sürekli dua ediyor, “Allah’ım, lütfen Sümbül’ü bulmamıza yardım et,” diyordu. Güneş yavaş yavaş batmaya başlarken köylüler birer birer dönmeye başladılar. Fakat Sümbül’den hala bir iz yoktu.
O gece Yusuf, annesi Ayşe’nin dizine başını koyup, gözlerinden akan yaşları silmeye çalışıyordu. Annesi, Yusuf’un saçlarını okşayarak, “Yavrum,” dedi. “Sabretmek demek, sadece beklemek değil. Allah’a inanarak, umutla beklemek demek. Sabırlı ol, Sümbül’ü bulacağımıza inanıyorum.”

Yusuf, annesinin sözleriyle biraz olsun sakinleşti. Sabah erkenden kalkıp aramalara devam etmek üzere uykuya daldı. Ertesi sabah, gün doğarken köy meydanında bir hareketlilik vardı. Komşu köyden gelen bir çiftçi, elinde Sümbül’ü tutarak köy meydanına gelmişti. Sümbül, yaramazlık yapıp komşu köyün tarlasına girmiş ve orada kalmıştı.
Yusuf, Sümbül’ü görünce sevinçle koşup ona sarıldı. Kalbi mutlulukla dolmuştu. O an, babasının ve Mehmet Amca’nın sözlerini hatırladı: Sabır, her zorluğun sonunda gelen güzellikti.
O gün Yusuf, sabrın ne demek olduğunu çok iyi anlamıştı. Sabır, pes etmeden, umutla beklemekti. Sabır, insanın içindeki güçtü. Yusuf, bu yaşadıklarını hiç unutmadı ve bir daha zor bir durumla karşılaştığında sabırlı olmayı kendine ilke edindi.
Annesi ve babası o akşam Yusuf’a, “Unutma evladım,” dediler. “Allah sabredenlerle beraberdir. Sabır, insanın kalbini temizler, ruhunu güçlendirir. Bu dünyada ne yaparsan yap, önce sabrı öğrenmelisin.”
Yusuf, başını sallayarak gülümsedi. Çünkü artık biliyordu: Sabır, her şeyin anahtarıydı.
Ve o günden sonra Yusuf, karşılaştığı her zorlukta sabırla dua etti ve Allah’a tevekkül etti. Çünkü o, sabrın en büyük ödül olduğunu öğrenmişti.
Allah Sabredenlerle Beraberdir Hikayesi burada sona erdi. Allah Sabredenlerle Beraberdir Hikayesi gibi Dini Hikayeleri için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.