Mert, okul yolunda yürürken sabahın serin havasını içine çekti. Sokaktaki kediler, yeni uyanmış gibi yavaşça ilerliyor, bazıları güneşte geriniyordu. Yolun kenarındaki pastaneden taze poğaça kokusu geliyordu. Ama Mert’in iştahı yoktu. Karnında hafif bir sıkıntı vardı, sanki içinde bir taş taşıyor gibiydi.
Okul kapısına yaklaştığında, bahçede toplanmış çocukların sesleri yükselmeye başladı. Arkadaş grupları birbirleriyle neşeyle konuşuyor, bazıları top oynuyor, bazıları kahkahalar atıyordu. Mert ise tek başına, okul binasına doğru ilerledi. Onun için teneffüsler, derslerden daha zordu. Derslerde en azından öğretmenin yönlendirmesiyle belirli bir düzen vardı. Ama teneffüslerde, koridorlarda ve bahçede Baran ve arkadaşları onu gözüne kestirirdi.
Sınıfa girdiğinde sessizce sırasına geçti. Çantasını dikkatlice açtı, mavi kaplı defterini çıkardı ve elini sayfalarında gezdirdi. Defterini kendi elleriyle süslemiş, köşelerine küçük desenler çizmişti. Yazıları hep düzgün olurdu; çünkü öğretmeni, onun defterini örnek gösterirdi. Ama bu bile bazen Baran’ın alay konusu olmasına yetiyordu.
Baran, sınıfın en güçlü çocuğuydu. Uzun boyluydu, sesi gürdü ve etrafında her zaman birkaç kişi olurdu. Onunla tartışmak istemeyenler genellikle ona yanaşır, onun arkadaşı gibi görünmek isterdi. Mert ise böyle bir grubun içinde olmayı hiç istememişti. Ancak istememesi, Baran’ın onu rahat bırakacağı anlamına da gelmiyordu.
Ders başlamadan hemen önce, Baran ve arkadaşları yanına yaklaştı. Mert, gözlerini defterine dikti, onlara bakmadı bile. Ama Baran’ın alaycı sesi hemen duyuldu.
“Ne haber Kitap Kurdu?”
Sınıftaki birkaç çocuk başlarını çevirip baktı. Mert, dişlerini sıkarak cevap vermedi.
Baran, Mert’in önündeki deftere eğildi. “Bakalım, bugün hangi harika notları aldın?” dedi ve Mert’in defterini hızla kaptı.
“Hayır, bırak!” dedi Mert, elini uzatarak. Ama Baran çoktan sayfaları çeviriyordu.
“Vay canına! Şuna bakın! Sanki yazı yarışmasına katılacak!” dedi Baran, alaycı bir kahkaha atarak. Arkadaşları da ona eşlik etti.
Mert’in içi burkuldu. Defteri onun için sadece bir ders aracı değil, aynı zamanda kendini ifade etmenin bir yoluydu. Yazılarını, çizimlerini, hatta bazen küçük hikâyelerini bile bu defterde saklardı. Baran’ın ona böyle hoyratça davranması, sanki özel bir eşyasını izinsiz alıp kurcalamak gibiydi.
Baran, bir an duraksadı ve sonra defteri Mert’in önüne doğru fırlattı. “Al bakalım, Kitap Kurdu. Belki bir gün yazar olursun!” dedi ve yanındakilerle gülerek sırasına döndü.
Mert, yavaşça defterini yerden aldı. İçinde büyüyen öfkeyi bastırmaya çalıştı. Kalbinin hızla attığını hissediyordu. Defterin kenarı biraz kıvrılmıştı, ama önemli değildi. Önemli olan, hissettiği aşağılanmaydı.
Ders zili çaldığında öğretmen içeri girdi ve tahtaya bir soru yazdı. “Bu soruyu kim çözmek ister?” diye sorduğunda, Mert her zamanki gibi elini kaldırdı.
Öğretmeni, onun azmine her zaman hayranlık duyardı. “Gel bakalım, Mert.”
Mert tahtaya doğru ilerlediğinde, arkasından Baran’ın fısıltısını duydu: “Şimdi de gösteri başlıyor.”
Bazı çocuklar kıkırdadı. Ama Mert, arkasına bakmadı. Derin bir nefes aldı, soruya odaklandı ve tahtaya yazmaya başladı. Her zaman olduğu gibi doğru çözüyordu. Ama içindeki burukluk geçmiyordu.
Birileri ona böyle davranırken neden sessiz kalıyordu?
Neden kimse ona yardım etmiyordu?
Bu sorular, dersin geri kalanı boyunca zihnini meşgul etti.
Ve o an fark etti ki, belki de bir şeyleri değiştirmek için sadece çalışkan olmak yeterli değildi. Cesaret de gerekiyordu. Ama nasıl?
İşte, bunu bilmiyordu…
Mert, ders boyunca içindeki huzursuzluğu bir türlü atamamıştı. Kalemini sıkıca kavramış, defterine dalgın dalgın bakıyordu. Baran ve arkadaşları her zamanki gibi sırıtıyor, ara ara ona bakarak fısıldaşıyorlardı. Mert, duymazdan gelmeye çalıştı. Ama içindeki sıkıntı, derinleşen bir gölge gibi onu bırakmıyordu.
Ders zili çaldığında sınıftaki çocuklar hızla dışarı koştu. Mert, her zaman yaptığı gibi acele etmedi. Çantasını yavaşça topladı, defterini düzgünce yerleştirdi ve kapıya yöneldi. Koridor boyunca ilerlerken, bahçeye çıkıp en sakin köşeyi bulmayı düşündü. Ama tam merdivenlerden inerken arkasından bir el omzuna dokundu.
“Mert!”
Dönen gözleri Ayça ile buluştu. Ayça, sınıftaki birkaç arkadaşından biriydi. Sessiz, dikkatli bir kızdı. Mert gibi pek fazla kişiyle konuşmazdı ama onun gibi düşünen insanları anladığı belliydi.

“Ne oldu?” diye sordu Mert, yavaşça.
Ayça, gözlerini kısarak bahçeye doğru baktı. “Baran sana yine sataşıyor, fark ettim.”
Mert başını eğdi. “Boş ver,” dedi. “Her zaman yapıyorlar. Yapabileceğim bir şey yok.”
Ayça kollarını bağladı. “Ama bu doğru değil. Hepimiz bir şey yapabiliriz. Onlar güçlü olabilir ama hepimiz korkarsak, hep böyle devam eder.”
Mert, başını kaldırıp ona baktı. “Ama ben… Ben ne yapabilirim ki? Baran güçlü. Arkadaşları var. Ben yalnızım.”
Ayça, gözlerini ona dikti. “Yalnız değilsin.”
Bu cümle, Mert’in içinde bir şeyleri değiştirdi.
O sırada Baran ve arkadaşları yine bahçenin ortasında toplanmıştı. Yüksek sesle konuşup şakalaşıyorlardı. Mert ve Ayça yanlarından geçerken Baran’ın sesi duyuldu.
“İşte Kitap Kurdu ve onun yardımcısı!”
Arkadaşları kıkırdadı. Mert’in içi sıkıştı ama Ayça duraksamadan yürümeye devam etti.
Baran, bu sefer doğrudan Mert’in önüne geçti. “Bugün neden bu kadar sessizsin? Kalemin mi kırıldı, yoksa cesaretin mi?”
Bu sefer Mert, gözlerini yere indirmedi. İçinde, Baran’a karşı koymak isteyen bir ses yükseldi. Ama Ayça, ondan önce davrandı.
“Baran,” dedi Ayça, sert ama sakin bir sesle. “Mert’e neden böyle davranıyorsun?”
Baran gözlerini devirerek güldü. “Ne var ki bunda? Şaka yapıyoruz. Eğleniyoruz.”
Ayça başını iki yana salladı. “Peki ya Mert? Onun nasıl hissettiğini düşündün mü? Eğlenceli miymiş?”
Baran’ın yüzündeki alaycı ifade bir an silindi. Arkadaşları da sessizleşti.
Mert’in kalbi hızla atıyordu. İlk defa birisi onun için böyle açıkça konuşuyordu.
İçinde bir cesaret kıvılcımı yandı. Derin bir nefes aldı, gözlerini Baran’a dikti ve konuştu.
“Evet, senin için eğlenceli olabilir,” dedi, sesi artık titremiyordu. “Ama benim için değil.”
Baran şaşırdı. Böyle bir cevap beklemiyordu. Çevresindeki çocuklar birbirine baktı. Ortam bir anda sessizleşmişti.
Mert devam etti. “Sana ne yaptım Baran? Neden benimle uğraşıyorsun?”
Baran kaşlarını çattı, ama söyleyecek bir şey bulamadı. Çocuklar artık gülmüyor, Baran’ın vereceği tepkiyi merak ediyordu.
Uzun bir sessizlik oldu. Sonra Baran omuzlarını silkti ve alaycı bir gülümsemeyle, “Boş ver, Kitap Kurdu. Bugünlük bu kadar yeter,” dedi ve arkasını dönüp uzaklaştı.
Ama Mert fark etti ki, Baran’ın gülümsemesi eskisi gibi kendinden emin değildi.
Ayça hafifçe gülümsedi. “Gördün mü? Yalnız değilsin.”
Mert, derin bir nefes aldı. İçindeki ağırlık azalmıştı. Baran ve arkadaşları onu bir daha rahatsız eder miydi, bilmiyordu. Ama önemli olan, ilk kez kendi sesini duyurmuş olmasıydı.
İşte o gün, Mert sadece derslerde değil, hayatta da öğrenmesi gereken en önemli şeylerden birini keşfetmişti: Bazı şeyleri değiştirmek için cesur olmak gerekiyordu.
Ve cesaret, yalnız başına değil, bazen yanında biri olduğunda daha güçlü hissediliyordu.
Akran Zorbalığı Hikayesi de burada sona ermiş. Akran Zorbalığı Hikayesi gibi Uzun Hikayeler için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.